26 Şubat 2010 Cuma

Sinangil Kabaran Un.. Hem de limon aromalı..


Bir arkadaşımın blogundan öğrendiğim Sinangil Kampanyası sayesinde paket paket, çeşit çeşit, bir sürü una sahip olup, büyük bir bölümünü becerikli arkadaşlarıma hediye ettim.. Kendim için ise kesinlikle işime yarayacağını düşündüğüm kabaran unları sakladım.. İlk denemem limon aromalı un ile oldu.

Geçtiğimiz günlerde, 6 günlük bir eğitime gittim ve eğitimin son gününe katkım bir kek oldu, umarım başka katkılarım da olmuştur :)))) Hemen söyleyeyim içine kabartma tozu, vanilya falan gibi şeyler eklemek zorunda kalmadım veeee kabarık bir kekim oldu, pişerken de ev çok güzel kokuyordu.. Kesinlikle "ayyy ben kek bile yapamam" diyenlerin en azından kek yapabilmesini sağlayacak bir karışım :)))

19 Şubat 2010 Cuma

Vites Küçültme (Downshifting)

Bir arkadaşım göndermiş bu mesajı paylaşmak istedim.. Yazıyı okumak isterseniz işte adresi: http://meyvelitepe.typepad.com/meyvelitepe/2008/10/sadeliğe-övgü.html
Bu adresten başka linklerle konu hakkında biraz daha bilgi edinmek mümkün..

Ben de vites küçültmek istiyorum.. çünkü daha fazla zamanım olsun istiyorum.. diyeceğim ama neden yapmıyorum sorusu geliyor hemen aklıma.. Bir sürü de bahanem var..
...........

Uluslararası bir akım "Vites Küçültme" (Downshifting) (Amerika'da Gönüllü Sadelik olarak da biliniyor) hızla yayılıyor. Bu hareket kişinin kendi hayatının kontrolünü eline alması, akıntıya kapılmamasıyla ilgili.Özgürlük. Tüketimi azalt, daha az çalış ve daha çok zamanın olsun - daha mutlu bir yaşam için paradan geçmeyen bir yol. Zenginlik, mevki ve güç yerine iç huzuru ve doygunluk. Trend uzmanı Faith Popcorn bu trendi şöyle tanımlıyor; " bu sorumluluktan kaçınmak veya her şeyi terketmek veya satıp savmak değil. Yıllarca çalışıp biriktirdiklerinizi paraya çevirip istediğiniz bir şeyi, istediğiniz gibi yapmak için başka bir yere çalışmaya gitmekle ilgili."

Vites Küçültme'nin özünde beş değer var: tasarruf bilinci, maddi sadelik ya da basitlik, kendine yeterlilik, küçük ölçeklilik ve kişisel gelişim. Başka bir deyişle "Slow Food" ve "Slow City" hareketlerinin değerlerine çok benzer değerler bunlar. "David Report"da mümkün olduğu kadar akıllıca yaşamı seçmeye çalışıyoruz. Canımız istediğinde okyanus kıyısında gezinebilmek, ayaklarımızı suya sokabilmek. Ya da bahçeden gül toplamak. Çocuklarımızı anaokulunda tutmak yerine onlarla her gün birlikte vakit geçirmek. Günümüz ilkelerinden, kurallarından uzaklaşmaya cüret etmek. Kendi felsefelerimize dayalı yolumuza gitmeye cesaret etmek. Yaşam boşa harcanamayacak kadar kısa. Aslında bütün mesele kendi koşullarımızın kontrolünü ele almak. Nasıl yaşadığımızın farkında olmak. Söylemesi kolay, yapması zor...

................

The Lovely Bones.. Cennetimden Bakarken..

Eveeeet, film çok güzel bir Peter Jackson filmi.. yine mutlaka önerilir.. 14 yaşında cinayete kurban gitmiş bir kızın arafta kalıp, ölümünden önce ve sonra olanları anlattığı güzel bir kurgusu var, görüntüler ve müzik de güzel.. azıcık gerilim ve dramla sıkılmadan izlenecek kıvamda bir film bence.. En çok da hiç bir şiddet sahnesine tanık olmamak hoşuma gitti.. çünkü sevmiyorum öyle filmleri, içim sıkışıyor izlerken o sahneleri.. zaten gözlerimi kaparım, bakamam.. Hele şiddete maruz kalan çocuklar olunca kimin yüreği dayanabilir ki??

Filmi izlerken iki şeyi düşündüm.. biri öldükten sonra, diğerleri için hayatın devam etmesi aslında ne kadar güzel.. güven verici geldi.. ben öldükten sonra tüm sevdiklerim üzülecekler ama sonra atlatacaklar ve devam edecekler.. herşeye rağmen iyi olacaklar, güvende olacaklar.. devam edecek herşey..

Hayattayken de arafta kalmak mümkün.. O zaman araftaki ruh gibi gitmen gereken yere gidemiyorsun, ilerleyemiyorsun.. kördüğümdesin.. hep aynı düşünceler, aynı kabuslar..

Hımmm... Elif Şafak'ın Araf'ını okumamıştım, dur ben en kısa sürede onu da alıp okuyayım...

16 Şubat 2010 Salı

New York, I Love You

İçlerinde Fatih Akın'ın da bulunduğu 11 farklı yönetmen tarafından çekilmiş, 12 kısa filmden oluşan bir New York filmi.. 2009 yapımı.. Dün akşam izledim, izlerken de çok keyif aldım.. Bu filmde Uğur Yücel ve Fatih Akın'ın da yer alması beni çok gururlandırdı.. 12 küçük aşk öyküsünden oluşuyor, farklı insanların farklı bakışlarının bütünleştiği filmleri seviyorum.. Birbirinden bağımsız ama bütün..

Aslında bu film; 2006 yılında 22 yönetmenin çektiği 18 kısa filmden oluşan Paris, Je T'aime filminin devamı niteliğinde.. Ben bir tane de İstanbul, Seni Seviyorum istiyorum.. Lütfen, lütfen, lütfen.. Fena fikir değil.. Roma, Ti Amo.. Barcelona, Te Quiero.. Berlin, Ich Liebe Dich.. Güzel olurdu bence :)) Biraz suyunu çıkardım gibi oldu ama olsun :)) En azından İstanbul olsun..

Böyle farklı yönetmenlerin kısa filmlerinden oluşan ve çok etkileyici bulduğum bir başka film de 2002 yılı yapımı, 11'09''01-September 11'dır.. 11 farklı yönetmenin çektiği, 11 kısa film. Filmlerin her biri 11 dakika 9 saniye idi.. İzlemeyenlere kesinlikle öneririm. Politik duruşlarıyla dikkat çeken 11 yönetmenin,  11 Eylül 2001'i yorumlayışı..

Dün akşam izlediğim filmi paylaşayım derken üç film oldu.. Üç filmi de severek izledim.. Aklınızda bulunsun..

12 Şubat 2010 Cuma

8 Küçük Sevgili Daha :))

Bugün ofisim epeyce küçük misafiri konuk etti.. Her zaman gelir giderler odama.. ama hep böyle kalabalık olmazlar.. Bakın okulumuzdaki 5 yaş grubu (5 yaş dediğimize bakmayın, henüz 4 yaşını doldurdular..) mutfak etkinliğinde neler yapmışlar ve öğretmenleriyle ne güzel paketlemişler.. Sonra odama gelip, hep bir ağızdan, uzata uzata "Sev-gi-li-ler Gü-nü-nüz Kut-lu Ol-suuuuuuuun" diye bağırdılar :))


Bu yaş grubunun sınıf ismi; Martı.. Ben bazen sınıflarına girdiğimde "nasılsınız bakalım kuzucuklar?" diyorum, bana "biiiiiz kuzu değiliiiiiz, mar-tııı-yııııız" diyorlar yine uzata uzata :))

18 Küçük Sevgili

Ama olmaz ki!! Bu kadar da tatlı olunmaz ki!! Az önce öğretmenleriyle beraber gelip, "Sevgi Günü"mü kutladılar.. Yine çevremde kocaman bir halka.. Ben çocuklarla olmayı çoooooooook seviyorum.. Hazırladıkları karta bayıldım :)) Derin var içlerinde, sonradan sınıf defterini imzalatmak için geldi odama, itirafta bulundu: "ama biz sadece süslemesini yaptık bu kartın".. Benim tamamını onların yaptığını düşüneceğime inanarak.. Ne tatlılar di mi?


Bu arada halkanın iç kısmında bana sarılanlardan bir kaçı eteğimin altından, çorabıma dokunuyordu.. Çok komikler.. çorap kayıyormuş ya o yüzden dokunuyorlarmış :))))) Onları besleyen şey; merak.. Çok güldüm.. Hep gülüyorum onlarlayken..

11 Şubat 2010 Perşembe

Ne sıkıcı.. Sevgililer Günü Geliyor..


"... Kırık kalp iyidir. Ne çok sevmişsin ki kalbini birine vermişsin demektir. Ama saçma sapan bir günde sırf vitrinlerin birdenbire kırmızı kalplerle ve güllerle donanması canını sıkabiliyorsa, Taksim’de tek vücut dolanıp kor gözleriyle her şeyde bir güzellik bulan aşık siyam ikizleri içindeki cerrahı uyandırıyorsa ya da kuruyemişci vitrinindeki “çifte kavrulmuş leblebi” etiketindeki “çift” kelimesi bile gözlerini doldurmaya yetiyorsa, kırık kalp çok da iyi değildir...."

Facebook'ta bir yazıdan alıntıdır yukarıdaki..

İlk iki cümle saçma, çok sevmişim o da beni kırmış.. aman ne güzel en azından çok sevmişim :)) buna da sevinemeyeceğim!! O kadar Polyanna da değilim artık.. Ama sonrası var ya.. İşte tam da böyle hissediyorum bu saçma sapan çift günlerinde..

Bana, "birine ne denli çok kırılabilme potansiyelimin olduğunu öğrenme" ve "birinin ne denli çok kırabilme potansiyeli olduğunu farketme" gibi dersleri hatırlatıyor bu gün.. Haa tabii kalp bir kere kırıldıktan sonra saçma gelmeye başladı, o da ayrı birşey.. Yoksa ben de birinin saatlerce uğraşıp yaptığı afişle çekilmiş olarak gönderdiği komik fotoğrafına, sevgi ve aşk dolu gözlerle saatlerce bakmış ve devamında da saçma sapan kararlar almış biriyim.. Yani kendimi başka bir gezegende yaşıyor hissetmişliğim vardır.. Bir başka deyişle doğuştan karşı değilim, sonradan oldum.. 

Yani 14.Şubat'ta sevgilisel etkinliklerle ortalığı sevgi seline çeviren kırılmamış ya da onarılmış kalplere sözüm yok.. Dilerim hep çifte kumrular gibi olurlar.. Ben bu sene de onaramadım kalbimi sorunum aslında onunla.. Yoksa isteyen, istediği günü kutlasın.. ama benim bu yıl da içim kaldırmıyor sevgililer gününü.. Oysa geçen sene kalp şeklinde ışıklar bile almıştım evime.. ama bu sene "herkes gibi yapma" azmimi kaybettim sanırım... Onları kim bulacak, kim asacak, kim takacak fişini prize :)) Offf kırgınım işte.. Kırgın olmaktan da yorgun.. Ama kalbimi onarma azmimi kaybetmedim.. Onarmayı ve korumayı öğrenmeye çalışıyorum..

Ben ne mi yapacağım 14.Şubat'ta?? Mesela P.S. I Love You'yu izleyip, öyle bir adamın aslında hiç varolmadığını ve olmayacağını düşünüp, buna ağlayacağım.. Hatta "bunu kesin romantik bir kadın yazmıştır" diyeceğim ve haklı çıkacağım.. Bu temanın aynı hayali kuran başka romantik kadınlar tarafından çok beğenilip iyi kazandıracağını gören adamlar tarafından filme uyarlanmış olduğunu söyleyeceğim, bunda da haklı çıkacağım.. Ama olsun hayal kurmak güzel, erkeklerin sencil olduğu senaryolar da güzel :))

Aslında hoşuma giden bir başka fikir de çift arkadaşların başına musallat olma :))

Belki de geçen seneki gibi bir kız arkadaşımla yine sinemaya gider, "böyle daha huzurluyum" demeye devam ederim ;)) Kendimi kandırıyor muyum? Yok canııııııım...