10 Aralık 2010 Cuma

Çamlıca'ya Kış Geliyor :))

Eveeet ne çok zaman geldi geçti.. Yazmak isteyip de yazamadığım iki tane bayram seyahatim oldu.. Biri Bozcaada'ya, diğeri ise Güney Doğu Anadolu Bölgesi'ne.. Yakında yazarım umarım :) Çok güzel yerler gördüm..

Bu sabah okula geldim.. Çamlıca Tepesi'nde rüzgar, meydanı boş bulmuş, yaprakları savura savura esiyordu.. Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra odama geçtim.. "Aaaa! o da ne?? kar yağıyor... Daha doğrusu karla karışık yağmur ama olsun :) kocaman, iri taneli, mevsimin ilk karı :) üstelik bence yağmurla karışık kar bu :)

Ben Aralık ayını seviyorum :) Okulda da çocuklar pek ışıltılı, pek pırıltılı etkinlikler yapıyorlar.. Mesela bu, bana yapılmış bir kağıt ağırlığı :) Bu bir patates değildir, kendisi yaldızlı boya ile boyanmış ve süslenmiş güzel bir taştır :)


Ayrıca odamda küçük bir saksıda yer alan süslü, yaldızlı çam dalları var :) Görüntü hoşuma gidiyor...


Bu yıl çalıştığım okul, 3 yaşından itibaren Almanca eğitiminin başladığı bir okul ve öğretmen arkadaşlarımızın arasında Almanlar da var.. Bu durum benim daha önceden hiç bilmediğim pek çok kültürel etkinliği öğrenmeme bir olanak sağladı.. Mesela bu dönemde Yeni Yıl için hazırlanırken Almanya'da okullarda ve evlerde çocuklar, heryerin güzel kokması için karafilli mandalina yapıyorlarmış.. Bizim 4-5 Yaş grubumuz da yaptı.. Burada da benim odam için hazırlananlar var :)

Bugün kardeşimin erken doğumgünü kutlaması var :))) Çok yaşasın kuzucum.. Ama ben çok öksürüyorum.. Ateşim var.. Dün gece uyuyamadım hiç ama İstanbul'a geldiğimden beri ilk kez dışarı çıkıyorum.. Bu fırsatı kaçırır mıyım hiç???


12 Ekim 2010 Salı

Geçen hafta bir sabah okulda :))

İstanbul'da son günlerde gökyüzü hep gri.. Ama arada bir gökkuşağı çıkıp renklendiriyor ortalığı..

11 Ekim 2010 Pazartesi

Ne çok zaman oldu :))

İki aydır, tekrar İstanbul'luyum :) Öyle hızlı geçti ki günler.. Temmuzun son günlerinde geldim ve 3.Ağustos'ta İstanbul'daki işime başladım.. Yeni okulum, Çamlıca tepesinde konut olarak yapılmış bir villanın okula dönüştürülmüş hali.. Bir de tabii bağımsız bir anaokulu, bu nedenle o çok sevdiğim büyük okul havasından uzaklaştım.. Fakat okulumun küçücük, ev halleri de insanın içini ısıtıyor. Sanırım küçücüklüğüne alıştım bile..

Neyse.. Okulun çatı katından muhteşem bir Marmara Denizi manzarası var.. Çevresindeki kocaman bahçe biraz bakımsız da olsa sevimli..

Geldiğimden beri inanılmaz bir yoğunluk içinde geçti günler.. İlk kez bugün biraz daha sakin bir gün geçiriyorum..

Neler yaptım?? Öncelikle evime yerleştim.. Artık 1+1, nohut oda+bakla sofa bir evim var.. Alışmak biraz zor oldu, hala çok küçük geliyor..

Okula alışmaya çalışıyorum..

Derin bazı akşamlar bende kalıyor.. Çok keyifli bir süreç.. Evi karıştırıyor, çizgi filmini izliyor ve ardından koyun koyuna uyuyoruz.. Haa bir de sürekli "teyze bunu bana hediye eder misin?" diye soruyor :) Ama topladığı ganimetleri sonra bende unutuyor..

Çok yorgun hissediyorum kendimi.. Ama uzuuuuun bir süredir olmadığım kadar mutluyum :)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kuzularımız Oldu..


Fotoğraf makinama birşeyler oldu.. bazı yerler böyle buğulu çıkıyor.. Sürekli benden kaçtıkları için güzel bir poz da yakalayamadım ama olsun :) Okulumuzun hayvan çiftliği bölümünde iki koyunumuz vardı.. Kışın havalar soğuyunca, bu koyuncuklar bir sürüye dahil edilmek üzere gönderildiler.. Geldiklerinde ikisi de hamileydi.. Şimdi de birer hafta arayla kuzuları oldu.. Şu anda ben ofiste, masamın başında bunları yazıyorum, fonda ise çan sesi var.. Koyunlarımız, kuzularımız okulun çevresinde otluyorlar.. Huzur verici..
Sıkıcı temmuza, renk kattı kuzular..
Çocuklar burada olsaydı keşke, bayılırlardı :)

8 Temmuz 2010 Perşembe

MEB Ankara İl Müdürlüğü Dergisi ve Yazım

Daha önce Tuz Gölü ile ilgili yazdığım yazı yayınlanmıştı, şimdi de okulda yaptığımız Benim Şehrim: Çocuk Gözüyle Ankara projesi hakkında yazdığım yazı yayınlandı.. Bu kadar yoğunlukta dergi gelince çok mutlu oldum.. :)





7 Temmuz 2010 Çarşamba

Taşınma İşleri..

Sırtım ağrıyor.. Uykusuzum.. Ev karmakarışık, aradığım birşeyi bulmak mümkün değil.. Sabah işe gelirken üzerime giyecek birşey bulmak ne zor oluyor.. Daha bir sürü sızlanırım ama komik tarafından bakmak da mümkün... Geçen gün internette dolanırken Budget'ın Amerika'daki nakliye kamyonlarındaki görsellere rastladım... Çok güldüm.. Tam durumuma uygun :)




















1 Temmuz 2010 Perşembe

Temmuz..



Son ayım.. Artık Ankara'dan ayrılıyorum.. 31.Temmuz akşamı valizimi alıp, İstanbul'a gidiyorum.. Böyle dönemlerde kendimi daha bir yalnız hissediyorum ben.. Bundan 11 yıl önce aynı durum, aşağı yukarı benzer sahnelerle gerçekleşmişti.. Sonra 6 yıl geçti ve bu sefer İstanbul'dan Ankara'ya bir geliş.. Her seferinde hem umutla hem de hüzünle.. Ama hep ağlaya ağlaya.. Kendimi tenis topu gibi hissediyorum ve artık oyundan çıkmak istiyorum ya da başka bir korta gitmek :))


Hüzünlüyüm hem de çok.. Evi topluyorum.. En son taşınmam sırasında atamadığım pek çok şeyi atıyorum.. Ama eşyadan değil de hatırasından ayrılıyormuşum gibi geliyor, içim acıyor.. Ne çok şey var bunca yıl içinde birikmiş.. Kimisi yıllar önce Ankara'dan İstanbul'a gitmiş, sonra tekrar gelmiş :))

Aslında karmakarışık duygular.. Yeni başlangıç kaygılandırıyor.. Öte yandan buradaki yalnızlık duygumun geride kalacak olması mutlu ediyor.. Hem çok üzülüyorum, hem umutlanıyorum..

Eşyaları toplamak için kendime tanıdığım süre dolmak üzere, 3+1 evden 1+1 eve sığmaya çalışmak toplanma işini daha da zorlaştırıyor.. Ama sonuçta bitecek.. Ne bitmiyor ki? Haftaya pazar günü eşyalarım yeni adresinde olacak, 1 Ağustos'ta da ben..

Artık Ankara'ya sadece sevdiğim insanları ziyaret etmek için gelmek istiyorum.

11 Haziran 2010 Cuma

Bir Geştalt Ödevinin Daha Ardından..

Ne kadar çok zaman oldu yazmayalı.. Bir süredir yine meşhur ödevlerimden birinden dolayı eve kapanmıştım. Bir de okul çok yoğun.. Yapmam gereken bir sürü şey var ama uyumaya bile vaktim yok :( Geçen hafta mezuniyet töreni vardı, bir haftadır da kostüm parası tantanası var.. Off bazen çok komik geliyor insanların 16000 lira yıllık okul ücreti ödeyip, sonra devede kulak kalacak miktarlar için zaman ayırıp, dünya kadar sözcük dizisinden oluşan mesajlar yazmaları.. Bir yanım anlıyor onları; 5 yıldızlı otelde herşey dahil tatile gittiğinizde kahvaltıda içeceğiniz portakal suyunun ücretinin talep edilmesine benziyor bu çünkü.. ama bir yanım sanki ben alıyormuşum gibi her kuruşun hesabını vermeye çalışmaktan yoruluyor ve kızıyor.. üstelik bazen o denli kabalaşılıyor ki kocaman bir sene emek verdiğimiz çocukların, anne-babalarının tüm emeğimizi, özenimizi unutup birden bizi öteki yapışı.. Sanki farklı hedefler için uğraşan, farklı taraflarız.. haksızlığa uğramış hissediyorum kendimi..

Bu sefer ödev, direnç konusundaydı.. Neye direndiğimi bulabilmiş değilim.. Kafam karmakarışık.. Bu da direnç :) Çok yorgunum, dün gece uyumadım.. uykusuz kalmak sarstı..

Ama sonra aklıma Zeynep geliyor, annesi yoğun bakımda.. Onun uykusuzluğu ile benimki bir olabilir mi???

14 Mayıs 2010 Cuma

Tüm güzelliğiyle bahar..

Çok seviyorum baharın şaşırtıcılığını, sürprizlerini.. Keşke fotoğraf makinam yanımda olsaydı diyorum doğanın güzellikleriyle karşılaştıkça.. Telefonumla çektiğim bir kaç fotoğraf :)) Beni mutlu eden bir kaç görüntü :))


Kuleli sokaktaki evimden çıktım, Köşebaşı Restaurant'ın bulunduğu sokaktan içeri girdim, Reşit Galip'e doğru yürürken, sağda bir apartmanın bahçesinde yukarıdaki görüntü ile karşılaştım :) Tüm bahçe beyaz papatyalarla doluydu..



Çarşamba günü bir cenaze töreni ardından Oran'daki Simitçi'nin bahçesinde bir kahve molası.. Yaşam ne garip bir arkadaşınızın annesini uğurlayışı yüreğinizi burkuyor, gözleriniz doluyor onunkilerle birlikte.. İçiniz onunki kadar olmasa da gerçekten çok acıyor.. Sonra bir başka şey oluyor ve coşkuyla doluyorsunuz..


Bugün arkadaşım işe döndü.. Gündelik rutinlerin iyi geldiğini söyleyerek, hemen gelmek istedi. Ben dün kendime aldığım küçük parfüm şişesini ona gösterirken yakaladım kendimi.. Sonra içimde bir suçluluk "kızcağız annesini kaybetti, ben 'birşey aldım da mutlu oldum'un derdindeyim" diye.. Ama o da katılınca içim rahatladı.. Evet işte gündelik rutin böyle birşey.. Ölümden bahsetmeden yaşarız çoğunlukla.. Bugün de öyleydi.. Sabah konuştuk biraz, sonra başka konular geldi arka arkaya..

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Şu Sıralar Neler Oluyor??

Bahar geldi.. Mayıs ayı, okulda en yoğun olduğum dönemlerden biri. Ben hergün çalışır oldum artık. Böyle olunca günlerin ismi de olmuyor.. Hergün aynı gün..

Akşamları eğer enerjim varsa Botanik Parkı'na yürümek hoşuma gidiyor.. Geçen gün yürüyüş sırasında, yaşlı bir bey sayesinde parkın sakini köpeklerle tanıştım.. Aslında kocaman boyutları ile beni korkutuyorlardı ama artık sadece Efe'den korkmamın yeterli olduğunu biliyorum. Prenses hemen elini uzatıp, göbeğini açacak kadar dost canlısı.. O hallerini görünce içim sızlıyor.. Bu kadar güvendikleri eller tarafından zehirlendiklerini düşünmek :((((

Botanik Parkı çevresinde mimozaları ya da erguvanları görmek güzel.. Parkın içinde kendimi uzak bir coğrafyada gibi hissediyorum.. Neden acaba? O kadar çok ağaçtan mı?? Güneşi batıracağım bir bank bulup, elimdeki dergiyi karıştırmak çok dinlendirici..



Akşamları film izliyordum önceden, şimdi SATC ile DVD rutinim devam ediyor... 6. sezon 9. bölüm'de bıraktım dün akşam.. Dün akşam bir ara kahkahalarla gülüyordum izlerken.. Böyle tek başıma izlerken birşeyleri bu kadar gürültülü eğlenmezdim.. Çok hoşuma gitti :))

Bu arada köpeklerin öldürülmesine üzülüp, evdeki kertenkeleyi öldürmüş olmam da ne kötü bir çelişki.. Vicdanım çok rahatsız ama evet yaptım.. Cumartesi gecesi eve geldiğimde çok yorgundum.. Salondaki kanapeye uzanmak için, üzerindeki yastıkları düzeltirken elim her zaman alışık olmadığım yumuşak bir şeye dokundu.. ve evet oradaydı.. önce çığlık atarak salonda koşuşturdum.. sonra gecenin bir vakti bağırmayı kes.. ya varlığına alış, ya da yok et dedim kendime.. ben onu canlı olarak alıp atamıyorum.. o ani hareketleri çok ürkütüyor beni.. veeeee gidip böceklerle savaş için edindiğim ilacı kapıp geldim.. zavallıcık sanırım dehşete kapılmış, olduğu yerden kıpırdayamamıştı.. ve ilacı sıktım üstüne.. kaçtı.. sonra salonu kapatıp uyumak için odama geçtim.. sabah ise kanapenin altında bir yerde ölüsünü buldum.. ben uyurken, o can çekişti :((((( offffffffffff kendimi kötü hissediyorum bunu hatırladıkça.. Ama sanırım artık bir kertenkele ile yaşamıyorum..

Geçen gün akşam üzeri muhteşem bir yağmur yağdı.. Sonra da bugüne kadar gördüğüm en güzel gökkuşağı çıktı.. Baharı çok seviyorum..


Bu arada Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün bastığı bir dergiye Tuz Gölü ile ilgili bir yazı göndermiştim, yayımlandı ve bana bir teşekkür belgesi geldi geçenlerde.. Bugüne kadar bir sürü ilk uygulama niteliğinde çalışma yaptım, öğretmenliğimle ilgili hiç teşekkür etmemişlerdi bana, dergilerine yaptığım katkıdan dolayı teşekkür ettiler :)


Ben yollarda olmayı severim.. Bana gezmek olsun yeter :)) Ama uzun bir süredir, hep buradayım.. yaptığım en uzun yol GOP-Gölbaşı (Ev-Okul) oluyor.. Gezi yazıları okumayı da severim.. Buket Uzuner'in Yolda kitabını okuyorum, hergün yaptığım yolda.. Bu sabah okuduğum bölümde, Juan Goytisolo'dan bir alıntı vardı.. Ben de o alıntıyı alıntılayacağım..

"Köklerimiz, kökler çetin bir sorun... Ama insan ağaç değil ki, insan kalkar, yürür ve gider!"

Gitmek istiyorum..

16 Nisan 2010 Cuma

Derin ve Diş Perisi

Eveeet Derincik dişlerini değiştiriyor.. İlk diş uzunca bir süre sallandıktan sonra çıkmış vee Derin o sırada uyuduğu için onu yutmuş..

Dün kendisi ile aynen şöyle bir konuşma geçti:

Derin: "Teyze biliyor musun diş perisi hediye getirdi"
Teyze: "Aaa ne güzel.. ne getirdi?"
Derin: "Çilek kızın arkadaşını getirmiş.. Teyze sence gerçekten diş perisi var mı?"
Teyze: "Tam bilmiyorum sence var mı Derincim?"
Derin: "Hıı var galiba.. Peki onun kanatları da var mı?"
Teyze: "Vardır sanırım"
Derin: "Nasıl acaba? Küçük mü?"
Teyze: "Thinker Bell gibidir herhalde, arkada küçücük kanatları vardır.. Kelebek gibi yani.."
Derin: "O kadar küçük kanatlarıyla nasıl taşımış ki?"
Teyze: "Bilmem belki yardım istemiştir birilerinden ya da sihir yapmıştır.."
Derin: "Hımm olabilir"
Teyze: "Anneler babalar yardım ediyor olabilir"
Derin: "Evet olabilir"
Teyze: "Peki sence anne babalar nasıl yardım ediyorlardır?"
Derin: "Bence çocukların ne istediğini periye söylüyorlardır.."
....
Derin: "Teyzeee biliyor musun biz yedi gün sonra Ankara'ya geleceğiz.."

Dört gözle bekliyorum gelişini..

15 Nisan 2010 Perşembe

Öfke.. Hüzün..

Dün akşam farkettim ki birine, birşeye öfkelendiğimde hemen kendime döndürüp üzülüyorum sonra.. O yüzden de öfkelenince ağlıyorum ben.. Neye öfkelendiğimi de anlamıyorum.. En tanıdık duygu hep üzüntü, acaba üzüntü çıksa hayatımdan ne hissederdim???

Anlayamıyordum öfkelenince ağlayışımın sebebini.. acımaya başlıyorum kendime sonra da üzülüyorum o halime.. büyümek ve bütünleşmek ne zor...

1 Nisan 2010 Perşembe

Colgate Sensitive Pro-Relief Denediniz mi?

Yandaki sütunda da logosunu gördüğünüz gibi ben bir FikriMühim'im.. Bunun anlamı ne? Ara sıra bazı ürünlerle ilgili paketler geliyor bana, ben onları deneyip, çevremdekilere denetip yorumları alıyorum ve muhatapları bilgilendiriyorum.. Siz de üye olmak isterseniz Reklamlaaaar'daki ikona tıklayın lütfen, bu hareket sizi ilgili siteye götürecek zaten :)



Bu arada yeni bir kampanya vardı.. Yukarıda gelen paketi görüyorsunuz.. Colgate Sensitive Pro-Relief diş macunu... Özellikle hassas dişler ve dişetleri için öneriliyor. Bir arkadaşım diş doktorunun önerisi ile aldığını ve çok işe yaradığını söylemişti. Ben de FM'den gelen paketteki macunlardan birini kullandım, gerçekten sonuç etkileyici.. Özellikle ekşi şeyler yerken sızlamalarınız, soğuk-sıcak karşısında aşırı hassasiyetiniz varsa bu ürün denenebilir gibi geliyor bana.. Ben sadece o an için rahatlatmakla kalmadığını, etkisinin uzun sürdüğünü de düşünüyorum. Haberiniz olsun :)

24 Mart 2010 Çarşamba

Private Shopping Trendi.. Trendyol..

Pek çok markayı, değişik kampanyalar çerçevesinde, oldukça ucuza alabileceğiniz yeni bir alışveriş anlayışı..


16 Mart 2010 Salı

İstanbul.. Asmalı Mescit.. Antiochia..

Anadolu Yakası'nda Antakya yemekleri yiyeceğiniz Çiya Sofrası var demiştim ya.. Avrupa Yakası'nda da bir yer bulmuş kardeşim.. En son İstanbul'a gittiğimde beni götürdü.. Aslında Zeynep tavsiye etmişti blogunda, Hülya da adresi ondan almış.. Antiochia.. Mekan küçük, sevimli, seçenek Çiya'ya göre az ama yine de lezzetli.. Bir de Antakya'ya özel hazır ürünler satılıyordu; nar ekşisi falan gibi.. Siparişinizi beklerken kırmızı pul biberli pideler getiriyorlar, enfes.. Onlarla karnımı doyurdum beklerken :)) Daha önce biberli ekmek diye birşey tatmıştım Mersin'de, o da çok güzeldi, bu da öyle :) Ama künefe yoktu, onun yerine yeşil ceviz ve patlıcan tatlıları vardı; dondurma ile servis edilen.. Meze tabağını öneririm, kardeşim de dürüm gibi birşey yedi.. O da güzelmiş.. Şaraplar da güzeldi ama en güzeli Asmalı Mescit'ten çıkıp, bakına bakına Taksim'e yürümekti :)) Adres bilgileri için http://www.antiochiaconcept.com/

Meze Tabağı

Meze tabağını beklerken karnımı doyurduğum biberli pide

Tatlı.. Tamam lezzetli.. Ama gözüm bile doymadı..

10 Mart 2010 Çarşamba

İstanbul.. Kadıköy.. Çiya..

Havalar ısındıkça ben İstanbul'u daha çok özlüyorum.. Bugün Kadıköy'de olmak, önce Bahariye'de şöyle bir turlayıp, ara sokaklardaki sahaflarda takılmak, acıkınca Çiya'ya gitmek, muhteşem Antakya yemeklerinden yemek, ardından atlayıp bir vapura Beşiktaş'a geçmek, arkadaşlarımı görmek, Boğaz sularının ıslattığı çay bahçelerinde çay içmek, öyle boş boş takılmak, sohbet etmek, tembellik yapmak istedim çok..

Çiya'yı özellikle anmak istedim.. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın! İstanbul'da yaşadığım dönemde, bende bir bağımlılıktı.. Düzenli olarak giderdim.. Hatta bir zamanlar bir garson vardı; Murat, ama artık orada çalışmıyor.. Hemen "hoşgeldin abla" diye karşılar, her zamanki karışık sebze tabağımı hazırlartırdı bana.. Ardından da mutlaka zahter çayı, demirhindi şurubu ya da o anda onun seçtiği başka bir ikramlık gelirdi masaya.. Aslında aynı sokak üstünde üç tane yer var aynı isimli ve aynı kişiye ait; ikisi Çiya Kebap, biri ise benim favorim olan Çiya Sofrası.. Mesela gittiniz arkadaşlarınızla; içinizden bazıları tencere yemeği yemek istiyor, bazıları ise kebap-pide falan.. Hiç sorun değil! Bu üç lokantadan birine oturun, hepinizi mutlu edecek seçenekler sunulur hemen.. Hatta hava güzelse, dışarı masalar kurulur ve sokak; Çiya Sokağı olur..

Seçenekleri, adres gibi bilgileri aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz.. Bir keresinde; bir arkadaşım, vişneli kebap yemiş ve çok lezzetli olduğunu söylemişti.. "Fırında yeni dünya" gibi değişik et yemekleri ve mevsime göre değişen çok çok lezzetli sebze yemekleri gibi seçenekler var..

Yukarıdaki fotoğraftan da anlaşılacağı üzere biz, ailenin üç kızı, pek seviyoruz Çiya'yı :)) 


8 Mart 2010 Pazartesi

Dünyanın Tüm Yükü Omuzlarında.. Dünya Emekçi Kadınlar Günü..


Kutlu Olsun..

Ankara'ya Bahar Gelmiş..

Evet yaa! Ben içerideyken, dışarıya bahar gelmiş :)) Dün hava güneşli olunca sokaklara attım kendimi.. Sabah o kadar erken saatlerde ve tam uyanamamış olarak işe gidiyorum ki çevreyi görmüyorum bile, akşam ise hava karanlık oluyor yine farketmiyorum.. Mutfak balkonumun önünde bir erik ağacı var, ben her sabah ona göz atıp baharla ilgili tahminlerde bulunuyordum.. ama kendisi iki apartman arasında, gölgeli güneş aldığı için biraz gecikmiş aslında :) Dün yürürken mevsimin çiçeklenmiş ağaçlarını gördüm.. İçim mutlulukla doldu..

2 Mart 2010 Salı

Kış Uykusundan Uyananlar.. Kertenkele Macerası..

İmdaaaaaaaaaaaaat!! Biri bana yardım etsin :(( Geçen sene nisan sonu ya da mayıs başıydı sanırım.. Ankara'ya bol bol yağmur yağmıştı.. Ben bir sabah işe gitmek için kapımı açtığımda, içeri yuvarlanarak bir kertenkele girmişti :)) önceleri eğlendim bu durumla.. benim de bir evcil hayvanım var.. ev arkadaşım var.. falan dedim ama nereden bileyim bir yıl sonra, 1.Mart akşamı, banyomda küçücük yavrularından biri ile karşılaşacağımı???? Yani öyle olduğunu düşünüyorum, oysa sonbaharın son günlerine kadar hep kapımda, penceremde küçücük aralıklar bırakarak, doğaya dönmesini dilemiştim ama sanırım gitmemiş.. Kışı birlikte geçirdik galiba :((

Offfffffff........ kendi kendime "yok, yok, o yumurtlamamıştır eve canıııım, hem nereye yumurtlayacak" diyorum ama sonra gözüm salondaki kocaman saksıya takılıyor..

Ne yapacağım bilmiyorum evi ilaçlatacak zamanım bile yok.. Geçen yılki kertenkele de yakında karşıma ejder olmuş bir şekilde çıkarsa evimde yaşayamayacağım.. Dün akşamki yavruyu öldürüp, pencereden bahçeye yolladım.. Yani aslında olması gereken yere, tabii canlıyken yapsaydım iyiydi ama yapamadım.. Çok üzüldüm, suçluluk duydum; "tabii gücün bu küçücük şeye yetti, büyük olana birşey yapamamıştın, üstelik bir de doğayı severim diye geçinirsin, bak doğa evine gelmiş sen ne yapıyorsun" dedim durdum kendime.. Şimdi kardeşleri ve tabii ki annesi ile karşılaşmayı bekliyorum, bir de baba olmalı galiba.. Eve gitmek istemiyorum sanırım.. Ne yapıcam ben?? Yok mudur, şunları evden uzaklaştırma yolu?? Keşke böyle bir şey koysam hani naftalin gibi, onlar da kendilerinden dönseler bahçeye... offffffffffffffffffffffff offffffffffffff

1 Mart 2010 Pazartesi

Yine Sinangil Unları..

Kendimi mutfağa kapadım azıcık.. Hamurla oynamak ne kadar keyifliymiş... şimdi birazcık anladım yemek falan yapmayı sevenleri.. Meğer ne dinlendiriciymiş.. Bir de tabii sadece kendime yaptığım için gerilmedim de beğenmezsem atarım dedim kendi kendime..

Bu sefer ekmek yaptım :))) Daha önce bahsettiğim, Sinangil tarafından gönderilen paketteki ekmek unlarını "nasıl olsa benim ekmek yapma makinam yok, yapamam" diye dağıttım... ardından kekunu hoşuma gidince bir de evde ekmek yapayım diye heveslenip marketten Sinangil'in 7 tahıllı ekmek ununu aldım, mayası falan da içindeydi, iyi ki almışım.. Üzerinde tarifi de vardı ama ben internetten de bulmuştum birkaç tarif.. Yine de kutudaki tarifi kullandım..


Sonra cumartesi akşam evde ekmek hamurunu hazırladım.. Yoğurmak iyi geldi... Ardından mayalanması için bekledim.. Çok komikti halim, hamur ne kadar ve nasıl büyüyor diye başından ayrılamadım adeta.. Neyse sonra gecenin bir vakti ekmek pişirmek anlamsız geldi.. çünkü biliyorum; kokusuna dayanamayıp yemek isteyeceğim.. O yüzden pazar sabahı kahvaltıya bıraktım pişirme işini.. sabah kalktım.. bir yandan kahvaltı hazırlarken, öte yandan fırına koydum ekmeklerimi ya da ekmekciklerimi :))) evin içini güzel bir maya kokusu sardı.


Uzun bir süreden sonra ilk kez kahvaltı tepsisi yerine kahvaltı masası hazırladım kendime :)) Kendim için uğraşmak ve birşeyler yapmak çok hoşuma gitti.. Önceden; bir pazar kahvaltısını bile bir sınav gibi algılayıp, önceki gece uykusuz kalıp, bir sürü şey hazırlayıp, yaptıklarımın hiçbirini beğenmeden, sevdiğim insanları ağırlamaya çalışırdım.. ama performansımdan o kadar memnun olmazdım ki, onlar güzel olduğunu söylediklerinde de inanmaz, sadece gönlümü almak için söylüyorlar sanırdım.. neyse nereden nereye geldim.. velhasıl ben zor biriyim.. ama dün ekmekler için kendimi takdir ettim.. :))

26 Şubat 2010 Cuma

Sinangil Kabaran Un.. Hem de limon aromalı..


Bir arkadaşımın blogundan öğrendiğim Sinangil Kampanyası sayesinde paket paket, çeşit çeşit, bir sürü una sahip olup, büyük bir bölümünü becerikli arkadaşlarıma hediye ettim.. Kendim için ise kesinlikle işime yarayacağını düşündüğüm kabaran unları sakladım.. İlk denemem limon aromalı un ile oldu.

Geçtiğimiz günlerde, 6 günlük bir eğitime gittim ve eğitimin son gününe katkım bir kek oldu, umarım başka katkılarım da olmuştur :)))) Hemen söyleyeyim içine kabartma tozu, vanilya falan gibi şeyler eklemek zorunda kalmadım veeee kabarık bir kekim oldu, pişerken de ev çok güzel kokuyordu.. Kesinlikle "ayyy ben kek bile yapamam" diyenlerin en azından kek yapabilmesini sağlayacak bir karışım :)))

19 Şubat 2010 Cuma

Vites Küçültme (Downshifting)

Bir arkadaşım göndermiş bu mesajı paylaşmak istedim.. Yazıyı okumak isterseniz işte adresi: http://meyvelitepe.typepad.com/meyvelitepe/2008/10/sadeliğe-övgü.html
Bu adresten başka linklerle konu hakkında biraz daha bilgi edinmek mümkün..

Ben de vites küçültmek istiyorum.. çünkü daha fazla zamanım olsun istiyorum.. diyeceğim ama neden yapmıyorum sorusu geliyor hemen aklıma.. Bir sürü de bahanem var..
...........

Uluslararası bir akım "Vites Küçültme" (Downshifting) (Amerika'da Gönüllü Sadelik olarak da biliniyor) hızla yayılıyor. Bu hareket kişinin kendi hayatının kontrolünü eline alması, akıntıya kapılmamasıyla ilgili.Özgürlük. Tüketimi azalt, daha az çalış ve daha çok zamanın olsun - daha mutlu bir yaşam için paradan geçmeyen bir yol. Zenginlik, mevki ve güç yerine iç huzuru ve doygunluk. Trend uzmanı Faith Popcorn bu trendi şöyle tanımlıyor; " bu sorumluluktan kaçınmak veya her şeyi terketmek veya satıp savmak değil. Yıllarca çalışıp biriktirdiklerinizi paraya çevirip istediğiniz bir şeyi, istediğiniz gibi yapmak için başka bir yere çalışmaya gitmekle ilgili."

Vites Küçültme'nin özünde beş değer var: tasarruf bilinci, maddi sadelik ya da basitlik, kendine yeterlilik, küçük ölçeklilik ve kişisel gelişim. Başka bir deyişle "Slow Food" ve "Slow City" hareketlerinin değerlerine çok benzer değerler bunlar. "David Report"da mümkün olduğu kadar akıllıca yaşamı seçmeye çalışıyoruz. Canımız istediğinde okyanus kıyısında gezinebilmek, ayaklarımızı suya sokabilmek. Ya da bahçeden gül toplamak. Çocuklarımızı anaokulunda tutmak yerine onlarla her gün birlikte vakit geçirmek. Günümüz ilkelerinden, kurallarından uzaklaşmaya cüret etmek. Kendi felsefelerimize dayalı yolumuza gitmeye cesaret etmek. Yaşam boşa harcanamayacak kadar kısa. Aslında bütün mesele kendi koşullarımızın kontrolünü ele almak. Nasıl yaşadığımızın farkında olmak. Söylemesi kolay, yapması zor...

................

The Lovely Bones.. Cennetimden Bakarken..

Eveeeet, film çok güzel bir Peter Jackson filmi.. yine mutlaka önerilir.. 14 yaşında cinayete kurban gitmiş bir kızın arafta kalıp, ölümünden önce ve sonra olanları anlattığı güzel bir kurgusu var, görüntüler ve müzik de güzel.. azıcık gerilim ve dramla sıkılmadan izlenecek kıvamda bir film bence.. En çok da hiç bir şiddet sahnesine tanık olmamak hoşuma gitti.. çünkü sevmiyorum öyle filmleri, içim sıkışıyor izlerken o sahneleri.. zaten gözlerimi kaparım, bakamam.. Hele şiddete maruz kalan çocuklar olunca kimin yüreği dayanabilir ki??

Filmi izlerken iki şeyi düşündüm.. biri öldükten sonra, diğerleri için hayatın devam etmesi aslında ne kadar güzel.. güven verici geldi.. ben öldükten sonra tüm sevdiklerim üzülecekler ama sonra atlatacaklar ve devam edecekler.. herşeye rağmen iyi olacaklar, güvende olacaklar.. devam edecek herşey..

Hayattayken de arafta kalmak mümkün.. O zaman araftaki ruh gibi gitmen gereken yere gidemiyorsun, ilerleyemiyorsun.. kördüğümdesin.. hep aynı düşünceler, aynı kabuslar..

Hımmm... Elif Şafak'ın Araf'ını okumamıştım, dur ben en kısa sürede onu da alıp okuyayım...

16 Şubat 2010 Salı

New York, I Love You

İçlerinde Fatih Akın'ın da bulunduğu 11 farklı yönetmen tarafından çekilmiş, 12 kısa filmden oluşan bir New York filmi.. 2009 yapımı.. Dün akşam izledim, izlerken de çok keyif aldım.. Bu filmde Uğur Yücel ve Fatih Akın'ın da yer alması beni çok gururlandırdı.. 12 küçük aşk öyküsünden oluşuyor, farklı insanların farklı bakışlarının bütünleştiği filmleri seviyorum.. Birbirinden bağımsız ama bütün..

Aslında bu film; 2006 yılında 22 yönetmenin çektiği 18 kısa filmden oluşan Paris, Je T'aime filminin devamı niteliğinde.. Ben bir tane de İstanbul, Seni Seviyorum istiyorum.. Lütfen, lütfen, lütfen.. Fena fikir değil.. Roma, Ti Amo.. Barcelona, Te Quiero.. Berlin, Ich Liebe Dich.. Güzel olurdu bence :)) Biraz suyunu çıkardım gibi oldu ama olsun :)) En azından İstanbul olsun..

Böyle farklı yönetmenlerin kısa filmlerinden oluşan ve çok etkileyici bulduğum bir başka film de 2002 yılı yapımı, 11'09''01-September 11'dır.. 11 farklı yönetmenin çektiği, 11 kısa film. Filmlerin her biri 11 dakika 9 saniye idi.. İzlemeyenlere kesinlikle öneririm. Politik duruşlarıyla dikkat çeken 11 yönetmenin,  11 Eylül 2001'i yorumlayışı..

Dün akşam izlediğim filmi paylaşayım derken üç film oldu.. Üç filmi de severek izledim.. Aklınızda bulunsun..

12 Şubat 2010 Cuma

8 Küçük Sevgili Daha :))

Bugün ofisim epeyce küçük misafiri konuk etti.. Her zaman gelir giderler odama.. ama hep böyle kalabalık olmazlar.. Bakın okulumuzdaki 5 yaş grubu (5 yaş dediğimize bakmayın, henüz 4 yaşını doldurdular..) mutfak etkinliğinde neler yapmışlar ve öğretmenleriyle ne güzel paketlemişler.. Sonra odama gelip, hep bir ağızdan, uzata uzata "Sev-gi-li-ler Gü-nü-nüz Kut-lu Ol-suuuuuuuun" diye bağırdılar :))


Bu yaş grubunun sınıf ismi; Martı.. Ben bazen sınıflarına girdiğimde "nasılsınız bakalım kuzucuklar?" diyorum, bana "biiiiiz kuzu değiliiiiiz, mar-tııı-yııııız" diyorlar yine uzata uzata :))

18 Küçük Sevgili

Ama olmaz ki!! Bu kadar da tatlı olunmaz ki!! Az önce öğretmenleriyle beraber gelip, "Sevgi Günü"mü kutladılar.. Yine çevremde kocaman bir halka.. Ben çocuklarla olmayı çoooooooook seviyorum.. Hazırladıkları karta bayıldım :)) Derin var içlerinde, sonradan sınıf defterini imzalatmak için geldi odama, itirafta bulundu: "ama biz sadece süslemesini yaptık bu kartın".. Benim tamamını onların yaptığını düşüneceğime inanarak.. Ne tatlılar di mi?


Bu arada halkanın iç kısmında bana sarılanlardan bir kaçı eteğimin altından, çorabıma dokunuyordu.. Çok komikler.. çorap kayıyormuş ya o yüzden dokunuyorlarmış :))))) Onları besleyen şey; merak.. Çok güldüm.. Hep gülüyorum onlarlayken..