26 Temmuz 2012 Perşembe

Tatil ne güzel, ne güzel!!!

Yine kürkçü dükkanımızdayız.. Annemlerin Çınarcık'taki yazlığı, mutlaka her yaz uğradığımız yerlerden biri.. Kardeşim, Derin ve ben yine birlikte Çınarcık'tayız.. Bence yazlıkta tatil akıllara zarar.. Tatil falan olmuyor bu, sürekli koşuşturuyorsun, yemek yap, ortalığı topla ve temizle v.b... her evdeki günlük koşturmacanın içine gündüzleri deniz, akşamları sokakta gezmeler giriyor.. böylece hiç dinlenemiyorsun ama yaptıklarından hiç birini de azaltmıyorsun... Önceleri tabii annem bizim için herşeyi hazır ettiğinden, tek işimiz denize girmek ve gece gündüz dolaşmaktı... Artık dinlenme sırası onda :)

Çınarcık'ta neler yapıyoruz? Gündüz kum plaja gidip denize giriyoruz. Akşamları merkeze inip dolaşıyor, Roma Dondurmacısı Sabri Balkan'ın enfes dondurmalarından yiyor, Derin'i lunaparka götürüyor, biraz alış veriş yapıp bazen örneğin kocaman kabaran, yoğurtlu Çınarcık kurabiyeleri ile ünlü Özlem Pastanesi'nde çay içiyor ve eve dönüyoruz. Bir de Çınarcık'ta tekstil oldukça ucuzdur, küçük küçük dükkanlar ihraç fazlası ürünlerle doludur; bu sayede benim her yaz bir sürü yeni t-shirt ve elbisem olur. Yine öyle oldu.

İstanbul bu denli nemli ve sıcakken, burada olmak tabii ki çok güzel! Çünkü Çınarcık'ta nem oldukça düşüktür, geceleri rahatça uyunur, arkadaki yemyeşil dağlarda ve yaylalarda örneğin Erikli Yaylası, trekking yapılabilir. Buz gibi şelale sularına girilebilir. Bizim için huzurludur, keyiflidir... Yemyeşil ormana bakan balkonumuzda yaptığımız kahvaltılar çok lezzetlidir..

12 Temmuz 2012 Perşembe

Carnaval Latino

Gündüz her yer güneşten alev alevdi, gece ise Küçükçiftlik Park Latin müziğinden... Dün akşam iş çıkışı Mariachi'nin sponsorluğunda düzenlenen Carnaval Latino'daydık... Gecenin sürprizi kardeşimin Omara Portuondo ile tanışma hakkı kazanmasıydı, bir diğer sürprizi ise bu tanışmanın gerçekleşememesi oldu... Hayat böyle işte bazen gösterip vermiyor, bazen verirmiş gibi yapıyor ama yine vermiyor :))) Yok! Yok! O kadar da karamsar bakmamalı, orada olmayı isteyen ama olamayan bir sürü kişiden daha şanslıyız sonuçta...
Saat 19:00'da açıldı kapılar, girdiğimizde Luis Ernesto Gomez & La Descarga çalıyordu.. Solist Gülseren Yıldırım Gomez ve Luis Ernesto Gomez... Yakında Çeşme'de çıkacaklarmış.. eğlenceli bir gruptu..
 
Biz de aldık Mariachi marakaslarımızı, başladık olduğumuz yerde kıpırdamaya.. Geçen yıl aldığım salsa derslerinin üzerine hiç pratik yapmamam iyi olmamış... Bu durumu tekrar ele almalı! Biraz pratik yapmalı!
Sonra sahneye Bebe çıktı.. Bebe'yi görünce insan Latin sıcaklığını, rahatlığını, doğallığını içinde hissediyor... bir de içine girilmesi neredeyse imkansız Zara, Mango gibi markaların neden hep İspanya'dan çıktığını da anlıyor... Hepsi mi bu kadar ince bu İspanyol kadınların? Kendisi, Latin pop denilebilecek bir tarza, iyi bir sese ve etkileyici bir doğallığa sahip... Ben sevdim :)
 
Keyifli bir organizasyon olmuştu, kıpır kıpır müzik, çevrede bir sürü dans eden insan, sonradan serinleyen güzel bir hava...
En sonunda beklediğimiz an geldi... Buena Vista Social Club sahneye çıktı. Buena Vista Social Club, Küba'da 1940'larda müzisyenler arasında popüler olmuş bir müzik ve dans kulübüymüş.. 1990'larda, bildiğimiz gibi, uluslararası bir üne sahip olup geleneksel Küba müziğine ve Latin Amerika müziğine olan evrensel ilgiyi arttırmış. Ayrıca "Buena Vista Social Club" ismi artık Küba'nın "müzikteki altın çağı" olarak nitelendirilen 40'lı ve 50'li yıllarında yapılan geleneksel müzikleri betimlemek için kullanılmaya başlanmış. Onları dinlerken insanın yerinde durması gerçekten olanaksız gibi...
Sonra sahneye Buena Vista Social Club tarafından "La Mujer Sexy" diye davet edilen Omara Portuondo çıktı... 82 yaşında olmasına rağmen, dans ederek şarkı söyleyen ve konserlerinde yer bulunamayan bu kadını sahnede görmekten-dinlemekten çok mutlu oldum... Bu arada sahneye "Oynama Şıkıdım Şıkıdım" diyerek çıktı.
Dün akşamdan kalanlar bu keyifli anlar ve aşağıdakiler... Haa bir de en kısa zamanda Küba'ya gitmeliyim kararı var :)

10 Temmuz 2012 Salı

Bir Güne Sığanlar...

Haziranı bitirirken bana çooook uzun gelen bir gün yaşadım. Hem de çooook uzun... Şimdi dönüp bakınca, aynı güne birlikte olmanın hazzı, huzur, dinginlik, kahkaha, bitiş, hüzün... bir sürü şey sığmış... İşte fotoğraflar:
Önce İstanbul Boğazı'nda tekne turu.. Tekne ilk yolcularını Kabataş'tan almıştı ama bizim turumuz Beylerbeyi'nden başladı, Anadolu Hisarı'nı da geçip Beykoz Koyu'na kadar devam etti. Geri dönerken Beylerbeyi'ni geçtik ve Kabataş'ta indik...

Önceden planlamıştık; Boğaz'ın denize açıldığı noktaya kadar gidip, Karadeniz kenarına ulaşacak, ruhumuzu kuzey rüzgarları ile havalandıracaktık.. Böylece Kabataş'tan yola çıktık.. Keyifli bir yolculuktu. Ben kendimi küçücük bir çocuk gibi hissettim, arkada mutlulukla gülümseyen... hiç bilmediği yerleri, dünyayı tanıyan ve çok güvendiği ailesi ile keşfeden, mutlu bir çocuk gibi... Öylece gülümsedim yol boyunca... içimde tarifsiz bir huzur...
İlk molayı Garipçe'de verdik. Boğaz'da sakin, küçük bir balıkçı köyü... Deniz kenarında bir restoran var, ama içecekler sınırlı... Durum böyle olunca birer çay içtik ve Rumeli Feneri'ne geçtik.
Aradığımız içeceği Barınak Balık'ta bulduk, tam karşımda Karadeniz, sağımda ise İstanbul Boğazı... Ne büyük bir kayıp olmuş daha önce buralara gelmemem.
Kenarında oturduğum minik pencere işte böyle bir dünyaya açılıyordu. 
Elinde bir hortumla yerleri ıslatan çocuk ve hortumdan çıkan suyu yakalamaya çalışan, heyecanlı, oyuncu iki köpek... Uzun süre hoplaya zıplaya oynadılar. Öylece onları izlemek, gelip giden kocaman tankerlere bakmak.. zamanı dondurdu benim için...

Sonra dedik ki burada durmak olmaz, bir de Karadeniz koylarından birine gidelim. Yol seyirlik manzaralar sunarak bizi Demirciköy'e götürdü...
İşte böyle sessiz, huzurlu bir koyda bulduk sonra kendimizi..
Oturduğumuz yerin ismi Uzunya idi, zaten orada başka bir yer de görmedim.. belki de vardı ama ben oksijenden, huzurdan ve rakıdan sarhoştum :) 
Güneş battığında, suda mutlu - suyla mutlu - iki köpek geldi. Biri büyükbaba, öteki torunmuş... Büyükbaba çok yaşlanınca, yanına genç bir arkadaş olsun diye düşünmüşler... Hem de yaşlı olan bir gün gittiğinde, yanlarında kalacak ondan bir yadigar olsun istemişler...
Daha önce de fırında eritilmiş tahin helvası yemiştim ama bana hiç denk gelmemiş, böyle nar gibi kızarmış olana ilk kez rastladım... 

---------------------------------------------------------------------------------------------

O gün biz İstanbul'da uzaklara kaçarken, uzaklardan biri de İstanbul'a geliyordu... Fiziksel olarak bana yakın, ama varoluşsal olarak benden çok çok uzak bir yerlere... Arada katedilmesi imkansız mesafelerle geldi ve gitti... Böylesi daha iyi... O geçmişte ve olduğu yerde kalması gereken biri... Aslında hareket etmeyen... Ne gelen, ne kalan, ne de giden... Benim de öylece tuttuğum, herşeye rağmen bir türlü bırakmadığım... Ne yanına gittiğim, ne yanında kaldığım, ne de yanından uzaklaştığım biri... Umarım artık sona geldik ve perde kapandı... Gelmemek, aramamak, sormamak her zaman daha iyi...

İçimdeki küçük, kırılgan kız çocuğu büyüyor ve daha hafif, daha huzurlu, daha umutlu :) en azından şimdilik!

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Şımartılmak... Bir Cumartesi...

Doğumgünüm Nisan'daydı ama ben hediyelerimden birinin paketini yeni açtım sayılır. Kardeşim Nişantaşı Sofa Hotel'in Spa'sında "sevdiklerini şımartma organizasyonu" planlamıştı.. Ancak yoğun haftasonları nedeni ile bir türlü gerçekleştirememiştik.. Sonunda gittik ve epeyce güldüğümüz bir gün geçirdik... Kardeşim sadece bana değil, benimle aynı günlerde doğan bir arkadaşımıza daha aynı güzelliği yapınca grup üç kişilik oldu... Masaj konusunda günün şanslısı bendim...

Masaj, jakuzi, küçücük havuzda - yüzme diyemeyeceğim - uzanarak öteki uca değme aktivitelerinden sonra yemeğe gidelim diyerek çıktık oradan... Kardeşimin aklına City's AVM'nin en üst katındaki Limonata geldi, işyeri için organizasyonlar yaptığı için mekan konusunda bana göre daha fazla seçenek bilir, aklında tutar... Burası İzzet Çapa'nın mekanlarından biriymiş... Dekorasyon çok eğlenceli, ama unutmadan; çevreye bakmaktan sohbet edememe ihtimaliniz var, hele de benim gibi sınırda bir dikkat dağınıklığınız varsa... City's Sinema katına çıktığımızda yürüyen merdivenlerin tam karşısından girip başımızı sağa çevirdiğimizde Boğaz manzarasını göreceğimi hiç düşünmemiştim.. İnanamadım Nişantaşı'nda deniz gören bir restaurant!!!

Teras'ta manzara ile daha fazla temas etme şansı olurdu herhalde ama hava o kadar sıcaktı ki içeride kalıp çok renkli dekor eşliğinde sohbet etmeyi tercih ettik.

Tatlı bölümü uzaktan muhteşem görünüyordu ama son dönemde biraz dikkat etmem gerektiğini düşündüğüm için yerimden kalkıp bakmadım bile.. o köşeye gidersem elim boş dönmezdim asla.. 
 Mısır ekmeği ve sos çok lezzetliydi..
 
 Kardeşimin yengeç salatası; hem lezzet hem de görüntüyü beğendik amaaa.....
bu bir risotto.... benim yemeğim... içinde közlenmiş patlıcan var.. tadı güzeldi ama sunumunu sevmedim... 
Aşağıdaki de ertesi günden... Klonlanmış Derin :) Kozzy'deki Koton'un soyunma odalarına bayıldık, amaç giysi denemekti ama mağaza çok kalabalık olmayınca, aynalar sayesinde genişletilmiş soyunma odasında bir sürü fotoğraf çektik...  

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Uçuk...

Bu sabah dudağımın kenarında minicik bir uçukla uyandım... Önceleri küçücük bir noktaydı... Minicik bir acı... Sonra farkettikçe büyüdü... İçi doldu... Her an patlayacak gibi... Çok acıtan, kocaman bir nokta oldu... Benden bir parça... Çok yakında patlayacak... Sonra kuruyacak... Kabuk bağlayacak... Acı geçecek... Tıpkı diğer herşey gibi... Dudağım normale dönecek... Hayat gibi...