29 Aralık 2011 Perşembe

Yeni Yıl Kartı

2011'i teftiş ile kapatıyorum.. Bugüne kadar hiç geçirmediğim kadar detaylı bir teftiş oldu. Umarım yazacakları rapor da verdiğimiz emeğe karşılık olur.. Mutlu ayrıldıklarını söyleyerek gittiler.. Bizleri tanımaktan çok mutlu olduklarını belirterek.. Bilmem artık..
Bu sabah pek güzel başladı.. Ben çoooook uzun süredir "Yeni Yıl Kartı" almamıştım.. Yani böyle elle tutulan cinsinden.. E-kartlar çıktı, eski keyfi kaçtı işin.. Bugün bana özel ulakla bir kart geldi ki bu ulak çok sevgili bir dostumdur.. Hani birlikte Tibet'teki tapınağa İngilizce öğretmeye gitmek istediğim Nazlı.. Aynı zamanda yazılarını keyifle okuduğum, kimi zaman anımsayıp yazmama neden olan sevgili Lalenin Bahçesi'nin kızı Naziş'tir kendisi.. Biz birlikte çalışıyoruz, ne keyif! Bugün elinde bir çanta ile geldi.. "Bunlar Lalüş'ten" diyerek.. Hem şaşırdım, hem çok sevindim.. Zarfın üstündeki minik oya çiçekli kart, bana yıl boyunca bereket getirecek kestane, az önce kahvemin yanında afiyetle yediğim leziz kurabiyeler ve çam ağacımda yerini alan keçeden yapılmış süsle gelen Lale Hanım'ın tüm içtenliğini bana taşıyan, el yazısı ile yazılmış kart.. Çok mutlu oldum.. Özel hissettim kendimi.. Çok çok teşekkürler tekrar :) Sevgi ve mutlulukla kalın :)


27 Aralık 2011 Salı

2011.. 2012

2011, yorucu bir yıldı.. İşyerinde bir sürü değişim oldu.. Halen de taşlar yerine oturmaya devam ediyor..

Bu yıl yeni dostlar kazandım mı? Belki..
Antalya, Trabzon, Van, Kaş derken ilk kez babamın memleketine de gittim.. sonbahara kadar çok seyahat ettim diyebilirim..
İçimdeki kahramanla tanışmak için bir başka yolculuğa daha çıktım.. Henüz bitmedi.. Tamamlamak için biraz daha yola devam etmem lazım..
Fotoğrafçılık dersleri almaya başladım..
Yoga ile tanıştım ve bayıldım..
Çok kısa bir süre de olsa helikoptere bindim.. Fena değildi..
Yasemin Mori'yi, Yasmin Levy'yi ve Model'i çok severek dinledim..
Behzat Ç.'yi de çok severek izledim..
Eyvah Eyvah 2'ye çok güldüm..
Dedemin İnsanları.. Çocukluğumdan anıları taşıdı zihnime..
İki ayda bir  Gestalt Terapi eğitimlerim için Ankara'ya gittim..
Diğer aylarda ödev yazdım..
Çok fena olmayan notlar aldım..

Çoğunlukla izlemişim, içinde olmamışım gibi geliyor.. Ama yine de ne yaptıysam ya da yapmadıysam hepsini kendim istediğim için seçtim..

2012'den beklediklerim ise tabii ki öncelikle tüm sevdiklerimin ve benim sağlıklı olmam :) ardından şimdilik aklıma gelenler şunlar

  1. Şu minderli yatak tepsilerinden bir tane.. biri bana hediye almak isterse sevinirim :)
  2. Zerger tasarımlarından yüzük, kolye, falan, filan.. Ona da sevinirim :)
  3. En az iki tane yurt dışı yolculuğu, mümkünse biri uzak doğu olsun, diğeri avrupa :)
  4. Kesinlikle Kapadokya'da bir balon uçuşu
  5. Aşık olmak nasıl bir şeydi hatırlayan var mı????
  6. Gece 02:00'de uyumamın ve sabah 10:00'da evden çıkmamın yeterli olabileceği, günde 5 saat çalışacağım bir iş
  7. Daha az saat çalışmak ve daha çok kazanmak :))) biliyorum üsttekini tekrar ettim gibi ve olmaz diye düşündüğünüzü de biliyorum ama olsun ben olacağına inanıyorum.. yazayım yine de..
  8. Beş kilo verme
  9. Düzenli yüzme ya da yürüyüş yapma
  10. Duracell pil takılmış gibi bir enerji düzeyi
  11. Gestalt Terapi 4. sınıf öğrencisi olabilme
  12. Psikoterapist olarak da para kazanma
  13. Evimi biraz daha genişletebilecek, kitaplarımın tamamını toplayacak hayalimdeki kitaplığı yaptırma
  14. Yaz tatilim süresince Nazlı'nın bahsettiği Tibet'teki tapınakta İngilizce Öğretmenliği işinin gerçekleşmesi
  15. Daha çok enerji, daha çok coşku.. Evin dışına çıkma arzusu..
  16. Eski dostlarımla daha çok görüşme
  17. Yeni dostlar edinme
  18. Datça'da bir hafta
  19. Gökçeada'da başka bir hafta
  20. Güzel fotoğraflar, gülümseten anılar...
  21. Huzur, huzur, huzur... Bir o kadar da heyecan, coşku, kahkaha..
Yeni yılınız kutlu olsun... istediklerimizi getirsin..

23 Aralık 2011 Cuma

Derin'den..

 
Ben bale yaparken :)
Derin ve Teyze plaja gidiyor :)
Zaten benimle "tur tatili" yapmayı istiyor kuzucum, işte öyle bir tatil..

20 Aralık 2011 Salı

Stil Direktörü'nden Zerger by Nesrin Dugan Hediyeleri

Ürünlerini bildiğim ve çok da sevdiğim bir tasarımcı.. Şimdi stil direktörü böyle bir güzellik yapıyor :)

Detayları okuyabileceğiniz bağlantı: http://www.stildirektoru.com/2011/12/zerger-by-nesrin-dugandan-5-kisiye.html

Hediyeleri merak ediyorsanız onlar da işte burada:

Tasarımcıyı ve ürünlerini biraz daha tanımak için ise: http://zerger.net/

18 Aralık 2011 Pazar

Hafta Sonu

Dün okulda Yeni Yıl Panayırı vardı, Derin haftalardır gün sayıyordu.. Onunla beraber gittik.. Geçen yıl, benim okuluma gelmeyi çok istiyordu, çünkü Yeni Yıl Panayırı'ndan sonra zannetti ki bizim okulda her gün böyle geçiyor.. Evet gerçekten de çocuklar için çok eğlenceli, büyükler için ise söylemeye gerek yok; çok yorucu.. ama bir yandan da toplanan tüm gelir ile güzel sosyal sorumluluk projelerine fon oluşturulduğu için tatlı bir yorgunluk..
Derincik yine çok eğlendi.. bir sürü etkinlik yaptı, alış veriş yaptı.. Akşam da bende kaldı.. küveti doldurduk.. uzun uzun banyo keyfi yaptı, aldığı bebekle banyoda oynadı, onu banyoda İngilizce şarkılar söylerken duymak çok komik oluyor.. Bana dedi ki "teyzeee, sen hiç söylenmiyorsun ben banyoda keyif yaparken.. annem hiç senin gibi değil.. birazcık geveze".. Dedim ki "annelerin işi budur.. benim çocuğum olsaydın, sanırım ben de söylenirdim.. zaten o yüzden teyze olmak da, teyzelerde kalmak da keyiflidir.."  Sonra ödevin başına oturduk.. bitmedi ödevler, pek çok ödevi vardı.. sıkıldı, bir de sözüm vardı yılbaşı ağacı kuracağız diye onun için çok heyecanlandı.. gece yılbaşı ağacımızı kurduk.. mutlulukla süsledi.. ardından da beklediğim soru geldi "teyzeeeee takılarına bakabilir miyim? söz odanı dağıtmayacağım" :)))))))))))))) ben çaktırmıyorum ama bayılıyorum bu kısma.. "teyzeeee, bunu kullanıyor musun?" ya da "büyüyünce benim olabilir mi?" diye devam ediyor... dün akşam benden bir ruj aldı, daha doğrusu parlatıcı.. Gece geç yattık, sabah öksürerek uyandı kuzucuğum, ardından ateş, kusmalar falan derken, davet edildiği için çok mutlu olduğu partiye gidemedi.. annesi erkenden geldi aldı, şimdi evde bakımda.. ateşi 39'larda.. ben de hem suçlu hissediyorum kendimi, hem de çok endişeleniyorum.. Çocuk olayı gerçekten çok zor...

bir yandan da ne keyifli birşey ya.. geçenlerde küçük hanımla bir kitap kafeye gittik.. aldık kitaplarımızı, kahvemizi, çikolatamızı.. kitap okuduk.. benim dikkatim dağılıyor çevredeki kalabalıktan, ama kuzum işte böyle gömülüyor kitabına.. ne güzel bir arkadaş :))
Evde zaman geçirmeyi özlüyorum ben.. bugün Derin'den sonra evdeydim hep, bir ara sahile indim yürüdüm, sonra tekrar eve gelip domestic işlerle uğraştım..

evde bir kavanoz bal vardı.. artık havuçlu kek oldu :) hımmm pek leziz.. tarif şöyle:

2 bardak un, 1 yemek kaşığı tarçın, bir paket kabartma tozu, 1/2 su bardağı yağ, bir küçük kavanoz bal (400 gr.), 3 yumurta, 1 su bardağı parçalanmış ceviz, 3 su bardağı rendelenmiş havuç.. Önce bal ve yağı el blenderı ile çırptım, ardından yumurtaları ekledim. Başka bir kapta da un, tarçın ve kabartma tozunu karıştırdım sonra sıvı malzemeleri de bu kaba aktardım. Ceviz ve havucu en son koyup karıştırdıktan sonra önceden ısıtılmış 175 derece fırında 35-40 dakika pişirdim :) benim kadar beceriksiz birinin bile blogunda bir kek tarifi oldu böylece :) 

bir de hastalandığımdan bu yana çayımı baharat katkılı yapıyorum, sevdim bu tadı.. önceden sadece karanfil koyardım aroması için.. ama hastalanınca zencefil, kakule ve tane karabiber ekledim.. gerçi bugün karabiberi fazla kaçırmış olduğumu düşündüm ama yine de çayda keskin bir tat seviyorsanız öneriyorum.. özellikle zencefil çok güzel yakıştı bence..

Şimdi de Behzat Ç. bekliyorum.. keşke yarın da tatil olsaydı..

10 Aralık 2011 Cumartesi

Hastayım..

Çok hastayım, geçen pazar gününden beri, her gün biraz daha ağırlaşarak.. hafta boyunca hiç dinlenemedim.. doktora da gitmek istemedim.. şimdi ise gidecek halim yok.. hava çok güzel ben ise evde sabahın 8'inden beri tv izliyorum.. arka arkaya ne çok gezi programı vardı.. biri bitiyor, öteki başlıyor.. bir de haberler.. Adana'nın Kadirli ilçesi, Türkiyenin turp üretiminin % 70'ini yapıyormuş.. üreticinin kilo satış fiyatı 25 kuruşmuş.. marketlerde 3.5 tl'ye satılıyormuş.. 26 parmaklı kedicik, topladığı bağışlarla kaldığı barınağı kurtarmış.. aklıma bizim kedicik Salem geliyor, günlerdir ortalarda yok.. Fatih Türkmenoğlu San Francisco'ya gitmiş.. Fisherman's Wharf aklımda kaldığı gibi.. ama sanki hiç orada olmamışım da hep fotoğraflarını görmüşüm hissi yarattı bende, çok zaman geçti tabii.. Dubrovnik ve Split çevresi çok güzeldi.. Doğu Afrika.. Bolu.. Bugün hep izledim.. gezmek arzusu tavan yaptı.. neyse emekliliğe bir yıl kaldı :))) umarım parası da olan bir emekli olmayı başarabilirim..

hava o kadar güzel görünüyor ki aslında sokağa çıkmak istiyorum ama hiiiiiç gücüm yok.. uzun süredir bu kadar ağır bir grip yaşamamıştım.. canım annecim gel buraya sana bakayım dedi.. aslında gerçekten de hastayken insan, sadece annesinin şefkati iyi geliyor galiba.. ama kuzucum ben oraya gelsem seni o kadar hasta ederim ki... çok korkarım bundan.. o yüzden bugün karantina ama yarın bir sürpriz doğumgününe gidiyorum.. iyileşmem lazım canım arkadaşım E., 40 oluyor.. Biz miyiz gerçekten 40'lı yaşlarını kutlayan?

4 Aralık 2011 Pazar

Son Günler...

Çok yoğun geçiyor günler.. gelecek yıl ne olacak, nerede olacağım yine bilmiyorum.. aslında hayat hep belirsiz, herkes için böyle biliyorum ama.. ben sıkıldım bu işle ilgili belirsizlikten...

Bu hafta sonu Okul Öncesi Sempozyumu var.. iki gün yoğun.. bu arada yine ödev için okumaya başladım.. yorgunum çok.. bir de üstüne tembelim.. canım hiç birşey yapmak istemiyor...

bu akşam bir film izledim... "One Week" 2008 yapımı... Ben Tyler (Joshua Jackson), dördüncü aşamada kanser hastası olduğunu,  %10 tedavi şansı ile çok az ömrü kaldığını öğrenince kendisine bir motorsiklet alır ve Toronto'dan yola çıkar, batıya yönelir.. tam olarak hasta hissetmeden bu yolculuğu tamamlamak ister..

Yol filmlerine bayılıyorum..  filmin sonunda soruyor, "bir haftalık ya da bir aylık ömrünüz kalsa siz ne yaparsınız?" Ben de aynı koşullarda olsam, sanırım hemen işten ayrılır ve hemen yola çıkardım.. görebileceğim kadar çok yeri görebilmek isterdim.. siz ne yapardınız?

filmi öneririm... Kanada'dan güzel görüntüler ve çok sahici bir karakter... tereddütleri, emin olamayışları, sorgulamaları.. çok yakın geldi... üstelik öyle üzmüyor da insanı...

9 Kasım 2011 Çarşamba

Gecenin Filmi: Paper Heart

Edirne'den döndüm... Dayım ve damadı muhteşem şaraplar yapmışlar.. Orada içtik.. Damat biz şarapları beğendikçe, yeni bir fıçıdan başka bir tat daha getirdi.. o kadar şarap tadınca, bir süre sonra da kıkırdamaya başladık tabii.. değişik fıçıların, değişik duruluktaki şaraplarını tattık.. Yengem sağolsun beğendiğimiz kırmızıdan, bir de orada tadına bakamadığımız rozeden şişelere doldurup verdi.. getirdiklerimiz, bizim kadar şarap seven üç eve ancak tadımlık oldu ama olsun :) ev şarabına bayılıyorum, üzümün aroması daha çok hissediliyor.. sonuçta içinde hiç bir katkı maddesi yok.. sadece fermente olmuş üzüm.. bu seferki biraz şekerli olmuş.. merlot.. çok çok çok başarılı.. sanırım yakında bağ ve şarap işine daha fazla eğilecekler.. keşke yapsalar.. Bu arada evde karaf olmayınca, uyduruk bir sürahide ayıp ettim şaraba ama neyse.. arkadaki şişeyi de çok seviyorum, o da Moldova'dan gelmişti.. Güzel şaraptı..

Getirdiğimiz ev şarabını yudumlayarak daha önce indirdiğim filmlerden izleyeyim dedim.. Bu akşamki film Paper Heart idi.. Biraz yol filmi denebilir, daha çok aşk üzerine dokümanter bir film.. Charlyne Yi, "aşk nedir?" sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor, müzisyelerden, yazarlara, biyologlardan, çocuklara pek çok kişiden görüşlerini alıp, hikayelerini dinliyor.. bu arada Michael Cera ile yaşadığı ilişki de hikayenin içine giriyor.. ayrıca imdb'deki nota göre Charlyne Yi ve Michael Cera, film gösterime girmeden, üç yıllık ilişkilerini bitirmişler.. Öyleyse "Aşk nedir?", "(yenisinin başlayabilmesi için) biten birşeydir".. O zaman üzülmeye gerek yok :)

Peki, sizce aşk nedir?


Zaman.. Yerler..

Zaman artık daha hızlı geçiyor, yaşlanma belirtisi :) 2011'e daha yeni  girmiştik.. Bu koca yılın 10 ayı geride kalmış bile.. Sıradan oyalanmalara, bir kaç seyahatin dahil olduğu bir yıl..

Komik bir rastlantı oldu.. Bu cümleyi yazdıktan sonra, elimde kumanda gezerken "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" varmış TV'de, ona bakakaldım.. herkes sürekli ağlıyor bu dizilerde, içim şişiyor.. Neyse benim takıldığım bölümde Ali Kaptan'ın ardından, Cemile merdivenlere oturmuş ağlıyordu.. Kameraya Osman takıldı ve aklımda kaldığı kadarıyla dedi ki:

           "hiç bir insan, hep aynı insan değildir..
            bir şey yapar, değişir..
            biri bir şey yapar, değişir..
            bir hayatın içine, birkaç hayat sığdırır..
            sonra dönüp sorar.. bu ben miyim? bu benim hayatım mı?
            cevabı açıktır: evet, bu sensin ve bu senin hayatın..."

Böyle zamanlarda içses-dışses karışıyor... Gerçekten de hayat hep öyle oluyor.. tasarlamıyorsun, aklına bile gelmiyor ama bazen bir söz, bir karşılaşma, bir duygu, bir sezgi ya da herhangi başka birşey insanın hayatını, almakta olduğu yolu bir anda değiştiriveriyor ve yeni kararlar, yeni yaşamlar başlıyor sonra.. ama hepsi de yine o kişinin yaşamı olmaya devam ediyor.. kesitler..
 
19 Mayıs'ta Trabzon'a gitmiştik.. O seyahat sonrasında çok sevdiğim birinin hayatı bir sezgi, bir karşılaşmanın ardından, yavaş yavaş değişti.. bazen "offff yine mi, ama bu haksızlık" diyorsun.. ama her şeye rağmen yeniden yeniden yapılandıracak gücün oluyor.. başka şansın yok.. ve hepsi senin yaşamların oluyor.. bazen yorulmuş, tükenmiş hissetsen de yeniden yeniden kurmaya devam etmek güzel.. zenginlik..
 
Trabzon ve çevresinde dört gün geçirmiştik.. Novotel'de kaldık, havaalanına çok yakın, deniz kenarında, güzel ve yeni bir oteldi.. Havaalanından sonra yaptığımız ilk şey Çardak Pide Salonu'nda Trabzon pidesi yemek olmuştu, ardından Ayasofya'yı gördük.. Duvar süslemelerindeki renkler, canlı kalmayı başarmış.. Uzun yıllar ziyarete kapalı kalması, gün ışığından da korumuş süslemeleri..
 
Sonra da Sümela'ya gittik. Oldukça yüksekte, kayaların içindeki manastır büyüleyiciydi.. Hava bir yağıyor, bir açıyordu..  İnsan birden, kendini bir bulutun içinde buluyordu.. bulutla beraber sağanak bir duş ve hoooop ardından güneş.. bir ıslandık, bir kuruduk..
Akşamı Galanima isimli bir restoranda yemek yedik. Seçtiğimiz şarap tam sevdiğim gibiydi..
Ertesi gün Hıdırnebi Yaylası'nda yürüdük, ardından da soluğu mangalın başında aldık.. Yine bir ıslanıp, bir kuruyarak.. Bir buluta girip, bir güneşe çıkarak.. Üçüncü gün Ayder'e doğru yola koyulduk.. Yaylaya varmadan Fırtına Deresi'nin kenarında oturup suyun sesini ve havanın kokusunu duyduk.. Çamlıhemşin'i geride bırakıp güzel ama zorlu bir yürüyüş parkurunda yürüdük.. Doğa çok etkileyiciydi, uzuuuuuuuun bir şelalenin önünde parkur bitti, zorlu yolu geri döndük.. Yoldaki eğrelti otları bir insan boyunda idi.. Hepimiz sucuk gibi olduk. Ayder'e gidince ilk işimiz hemen üstümüzdeki ıslak giysilerden kurtulmak oldu..
Ayder, artık asfaltlanmış yolu, gidip gelen tur otobüsleri ve yayladaki çok katlı binaları ile doğal olmaktan uzaklaşsa da yemyeşil bir yer.. Ayder'deki yürüyüş sırasında "Backpackers Meeting Point" yazılı bir hostel gözüme çarpmıştı.. Mevsime ve onca yağışa rağmen çadır kampı kuran üniversiteli gençler de yayladaydı.. bolca ıslanıp, yemek yediğimiz dört günlük yolculuğun bitiminde huzur dolmuş ve yeşile doymuş olarak kalabalık şehrimize döndük..

7 Kasım 2011 Pazartesi

Aklıma Gelenler..

Dört gözle bekliyorum Behzat Ç.'nin yeni sezonunu.. Filmine gidemedim henüz.. adı bile canımı yakıyor.. "seni kalbime gömdüm".. bir de filmde hayal kırıklığı yaşarım korkum var galiba.. dizi çok güzel çünkü.. 13 Kasım için çok heyecanlanıyorum.. bu akşam televizyonda geçen sezonun kolajını seyrediyordum.. dizi güzel, güzel olmasına söylenecek söz yok bence.. oyuncular, oyunculuklar, senaryo herşey sarıyor beni.. ankara da öyle.. peki ama o, Pilli Bebek şarkıları.. sanki o şarkılar daha da bir sevdiriyor diziyi bana.. bir de G. ile Gölge Bar'a Pilli Bebek dinlemeye gidişlerimiz aklıma geliyor... İşte böylece kişiselleşiyor.. Siyah Beyaz en sevdiğimiz şarkıları idi, sene 1998 olmalı.. Aradan bir yıl geçti, önce G. ardından ben İstanbul'a yerleştik.. Bir gün İstiklal Caddesi'nde dolanırken çalarken duydum, albüm yaptıklarından haberim bile yoktu.. Uyandırmadan albümünü böylece aldım.. Öyle işte ben Ankara'dayken İstanbul'dan kopamadım hiç, İstanbul'dayken de Ankara'dan.. Hep bir yanım Ankaralı, bir yanım İstanbullu.. O albümü görünce evi Gölge Bar'a çevirme arzumdan hemen almıştım hem G.'ye, hem kendime..

Yıllardır dinlemiyordum, sonra Behzat Ç. ile tekrar dinlemeye başladım.. Güzel müzik.. Bence G. de diziyi izliyor ve Pilli Bebek şarkılarında o günleri hatırlıyor.. Böyle düşünmek güzel :) Ankara'yı özledim mi ne?????

"Geceyi uyutan gündüz yüzlü kız..
Yıldızlar dürttü, seni andım.."


Offf hızımı alamadım..

"...Olsun demek de zor artık
Çocuk düşlerimiz yok artık..."

Bu arada herkese mutlu bayramlar..

2 Kasım 2011 Çarşamba

Severim kedileri ben..


Bizim okulun bahçesini ev edinmiş, mecburen bizim de evlat edindiğimiz bir kedimiz var.. Artık aşılarını falan yaptırıyoruz.. Nüfus cüzdanı bile çıkardık kendisine, Salem.. Bazen veliler Sanem anlıyor, çok gülüyorum.. Neyse bizimki çok şaşkın bişey.. Kapıda görmesin birini hemen yere yatıp göbeğini açar, bacaklarına sürtünür falan, bi de benim penceremde tam da böyle uyur.. Hatta veteriner, sokakta yaşamasına rağmen ev kedilerinden daha uysal demişti... Eee bir sürü küçük çocukla beraber yaşarsan böyle olur, hepimiz gibi o da uysallaştı.. yok sinir minir bizde, kedimizde bile yok..

Geçen gün burnu tıkalıydı, hapşırdı, aksırdı falan.. bir ara burnundan nefes aldığında balon şişiyordu.. O kadar komikti ki anlatamam.. tam "hadi veterinere" dediğimiz sırada kendiliğinden iyileşti.. Bir de komik, ne zaman veterinere götürmeye niyet etsek ortadan günlerce kayboluyor.. Galiba hissediyor.. Öyle işte.. çok severim kedileri ben.. Evde niye yok? Çünkü tembelim, plansızım.. Öyle, canım ne isterse yapayım istiyorum.. ama evde ben dışında bir başka canlı daha olduğunda işler değişir.. gerçi bazen değişse güzel olur diyorum.. neyse bu seferki Geştalt ödevi "sadakatsizlik" ben ona döneyim.. Fazlası ile gecikti bile..

21 Ekim 2011 Cuma

Çünkü...

"... Çünkü insan yalnızken katettiği yollardan
Ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir..."

Edip Cansever
                                        (Kürk Tamircisi Yorgo ve Küçük Bir Olay)


18 Ekim 2011 Salı

Yeni Bebeğim

Evet yaptım en sonunda.. Sevgili kardeşim okurken kaşlarını çatıyorsun di mi???
Ama ben haftalardır, hatta aylardır düşünüyorum, araştırıyorum, soruşturuyorum..
En sonunda karar verdim ve umarım bir kaç gün içinde elimde olacak..
Bir süre kendime hiç yeni ayakkabı, çanta, elbise yani pılı-pırtı almayacağım, gerçekten! 
Senin ve Derin'in çok güzel fotoğraflarını çekeceğim söz :)

Yaaaa çok heyecanlandım! 
Çok yakında Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar'dan da derslere başlıyorum..
Öyle işte..

17 Ekim 2011 Pazartesi

Güneydoğu Anadolu

Bu yolculuğun da üzerinden epey zaman geçti; bugün yazarım, yarın yazarım derken.. neredeyse bir yıl olmuş.. geçen yıl uzun bir bayram tatilinde sevgili arkadaşım H. ile gittik.. Keyifliydi.. Aslında turları sevmiyorum ama hem daha ekonomik, hem de bazı bölgeler için daha güvenli oluyor.. Bu turla da yıllardır merak ettiğim Güneydoğu'yu kıyısından köşesinden görebilme şansım oldu.. Gerçi her gün bir şehirde geçince insan pek birşey anlamıyor ama yine de en azından bir fikrim oldu..

Kendime notlar aldığım defterime yolda şöyle yazmışım "yine yoldayım.. içimde dinmek bilmeyen bir kendimi oyalama ihtiyacı var.. Sekiz gün sonra tekrar İstanbul'da olacağım, toplam 4200 km yol yapacakmışız.. Ne çok :) ne güzel :)" .

Bu cümlede anlattığım duruma, Geştalt dilinde saptırma diyoruz.. Geçen yıl bu zamanları düşünüyorum.. Zordu.. Zor olunca da saptırıp, uzaklaşmak en kolayı benim için.. Bir de her ne yapıyorsam yalnız yapmak.. Buna da kendine döndürme diyebiliriz :) Ortaya karışık yani.. Offf ne yapayım uğraşıyorum kendimle işte.. herhalde bir zaman ben de bütünleşirim, temas ederim falan filan.. Şimdi Geştalt bir kenara..

İlk şehir daha önce de gittiğim ve hala, yine, yeniden gitmek istediğim; Antakya. Bir zamanlar döneminin üç büyük şehrinden (İskenderiye, Roma ve Antakya) biri imiş.. Burada tabii ki Mozaik Müzesi, St. Pierre Kilisesi, Habibi Neccar Camii ve Uzun Çarşı'yı geziyoruz.. Müze'den çıkıp Uzun Çarşı'ya doğru yürürken gördüğümüz, Asi Nehri'nden balık tutan adamlar, bana çok komik gelmişti. Alıştığımız oltası yukarı doğru yay çizen balıkçı duruşundan epey farklıydı duruşları :) Fotoğrafta çok anlaşılmıyor ama oldukça zahmetli görünüyordu balık bekleyişleri.. Ellerinde oltaları, öne doğru eğilmiş bekliyorlardı.. İnsanın beli çok ağrır yaa.. Ben olsam kesin başım döner düşerim.. En azından tutulur sırtım falan.. neyse zor iş velhasıl!

Antakya'nın evleri, daracık sokakları.. O yıkık döküklüğe rağmen gerçekten göz kamaştırıcı..
Antakya'nın ardından Yesemek'e uğrayıp Şanlıurfa'ya geçiyoruz ve Urfa'da gerçekten büyüleniyorum.. Akşamüstü varıyoruz.. Şehrin üstüne çöken kebap dumanları daha da mistik bir görüntü yaratıyor :) Burası da mutlaka tekrar gideceğim şehirlerden biri.. Hatta Güneydoğu'da benim favorilerim Urfa ve Mardin oluyor.. Klasik olduğu üzere Urfa'da; Balıklı Göl, Rıdvaniye Medresesi ve Hz. İbrahim Makamı'nı görüyoruz. Ertesi gün ise Harran var programda..
 
 
Yine defterimden: "Bence bu kentin rengi mor.. Avlularda iş yapan kadınların başında mor örtüler, yolda yürüyen erkeklerin başında mor poşular, çarşılarda asılanlar da mor.. Bej ve mor bir kent.. Yeşili az, ama büyülü.." Sonradan öğrendim ki mor rengin bu kadar yaygın kullanılmasının nedeni akrep ve yılanların bu renkten korktuğuna yönelik inanışmış..

Harran sonrası sırada Mardin var.. Kasımiye Medresesi'ne gün batımına yakın saatlerde varıyoruz.. Gerçekten insanın aklını başından alan bir yer, gün batımı ne çok yakışıyor, renkler ne güzel.. İzlenmeye değer, yumuşacık bir gün batımı deneyimi yaşıyoruz.. Bence güneşin Mardin Ovası üzerinde batışını izlemek, mutlaka yapılacaklar listenizde olmalı.. Sonra da Deyrulzafaran Manastırı'na gidiyoruz, ama ne yazık ki hava artık kararmış oluyor.. Ertesi sabah ise Midyat'ta gümüşçüleri talan ediyoruz.. Tanrım! Fiyatlar o kadar düşük ki anlatamam.. Bir sürü telkari alıyorum..
 
 
Yolunuz Midyat'a düşerse, Sıla dizisi ile ünlü olan taş konak aslında Devlet Konukevi ve aklınızda bulunsun rezervasyon yaptırarak kalmak mümkün.. Midyat'tan sonra Hasankeyf'e geçiyoruz. Büyük bir bölümü ziyarete kapalı olan Dicle kıyısındaki bu Artuklu kenti, 2011 yılından itibaren boşaltılmaya başlayacaktı, son durum nedir bilemiyorum. Ama gerçekten baraj sularının altında kalacak olması akıl alır değil..
 
Batman'a yaklaşırken petrol çıkaran atbaşlarını görüyoruz.
Batman çayı solumuzda Siirt'e doğru yol alırken bir yandan da düzlükleri geride bırakıp daha dağlık olan Doğu Anadolu'ya da giriyoruz. Siirt'te Ulu Cami'yi gördükten sonra ismi yüksek ruhlar anlamına gelen Tillo (Aydınlar) ilçesine gidiyoruz. Yolun iki yanında fıstık ağaçları var.
 
Siirt'te çok ilgimi çekmese de bir sürü türbe ziyaret ediyoruz. Ulu Cami gördüklerimiz arasında en ilginci idi; minaresinin eğri olmasından dolayı rehberimiz Türkiye'nin Pisa Kulesi dedi ama alakası yok tabii.. Ancak çini süslemeleri göz alıcıydı:
Sonra Malabadi Köprüsü üzerinden Diyarbakır'a ulaşıyoruz. Ne yazık ki o kadar karanlıkta geçiyoruz ki Malabadi Köprüsü'nden, hiç bir detayı göremiyoruz aslında.. Diyarbakır'da sabahın köründe ciğerciler işe başlamış oluyorlar.. Kahvaltıda ciğer alır mısınız?
Diyarbakır'da biraz dolaşıp, kaleden şehri izleyip tekrar yola düşüyoruz.. Harput Kalesi'ne doğru yol alırken Elazığ il sınırları içindeki Hazar Gölü kenarında biraz zaman geçiriyoruz. Çok huzurlu..
 
Göl kenarından sonra Elazığ merkezde biraz dolaşıp, Harput Kalesi'ne çıkıyoruz, oldukça yüksekte yer alan kaleden Elazığ Ovası'nı izliyor insanlar.. Birkaç genç hava kararınca daha güzel olduğunu söylüyor manzaranın, muhtemelen gün batarken içki içmek için buraya geliyorlar. Bir başka eğri minareli camiyi de Harput'ta görüyoruz, yine bir Ulu Cami.
Bir zamanlar ülkemizin en büyük barajı olan Keban'ın çevresindeki balık çiftliklerinden biri..
Elazığ'dan gecelemek üzere Malatya'ya geçiyoruz. Aklımda kalan tek şey, yol boyunca gördüğümüz kayısı bahçeleri ile oldukça yeşil bir şehir olduğu..
Sırada daha önceki günlerde Yesemek Heykel Atölyesi'ni ziyaret ettiğimiz ama kent merkezine gitmediğimiz Gaziantep var. Dünyanın en büyük Mozaik Müzesi'ni geziyoruz, yıllar önce Bardo Müzesi'nde gördüğüm mozaikleri hayranlıkla izlemiştim. Burada Zeugma Antik kentinden çıkan eserler sergileniyor. Gitmeden önce, Çingene Kız mozaiği en çok tanıdığımdı.. Bilmediğim başka pek çok güzel eserle de karşılaşmış oluyorum.. Pek çok eser, çok da hoş bir biçimde sergileniyor..
Bayram günlerinde Gaziantep'te olunca tüm dükkanlar kapalı oluyor ve biz İmam Çağdaş şöyle dursun, herhangi bir baklavacıyı bile açık yakalayamıyoruz. Turdaki herkes cadde üzerindeki tek açık baklava salonuna doluşunca, adamlar neye uğradıklarını şaşırıyorlar ve bize tabak, çatal yetiştiremiyorlar.. Genç çıraklar o kadar mutlular ki gözleri parlıyor, aldıkları her siparişte biraz daha gülümsüyorlar.. Sabah yola çıkıp önce Birecik'e sonra Halfeti'ye geçiyoruz.. Halfeti bir başka şölen, hava pırıl pırıl.. Atatürk Barajı'nın suları altında kalan eski Halfeti'yi tekne ile geziyoruz. Mevsim kurak geçtiği için sular çekilmiş.. Şehir, yosunlu duvarları ile suyun üstünde idi..
Neredeyse üç saat süren bir yolculuktan sonra Adıyaman'a geliyoruz..
Nemrut'a çıkarken içim içime sığmıyor.. Görüntü çok heyecanlandırıyor, rüzgar donduruyor.. Biz, gün batımına yetişiyoruz..
Gölgede kaldığı için dondurucu, keskin bir soğukla bizi karşılayan Doğu Terası'ndaki heykeller..
Batı Terası'na doğru yürüyoruz.. Çok fazla insan var.. Bayram olmayan başka bir zamanda tekrar gelmeyi çok istiyorum..
O kadar yüksekte olmak bende uçma isteği yaratmış olmalı..
Adıyaman'dan sonra tekrar İstanbul için yola koyuluyoruz.. Bu yolculuktan sonra Şanlıurfa'ya, Mardin'e ve Adıyaman'a tekrar gitmek gerek diyorum.. Ama özellikle de Urfa'ya..

Bir Hafta Sonu Kaçamağı..

Geçen hafta sonu Kapadokya'ya kaçtık.. Asıl amaç; vadilerin üzerinde balonla uçmaktı ama gel gör ki sonbahar işi bozdu. Pazar sabahı uçuş için bizi alacakları saatten önce uyandığımızda telefonlarımız çaldı, "rüzgar nedeni ile uçuş iptal" haberini böylece aldık.. Uçamadık ama Kapadokya'da keyifli saatler geçirdik.. Ürgüp Öğretmenevi'nde kaldık.. Bugüne kadar kaldığım öğretmenevleri içinde kesinlikle en temiz ve en güzel olanı idi.. 100 yıllık, yüksek tavanlı, okul olarak inşa edilmiş ve uzunca bir süre okul olarak kullanılmış taş bir bina.. Yolunuz düşerse önerebileceğim bir yer; üstelik oda-kahvaltı öğretmenler için 23, öğretmen olmayanlar için 33 TL.

Göreme Belediye Başkanı tarafından da ağırlandık.. Son derece zarif bir bey, sayesinde herhangi bir turda göremeyeceğimiz yerleri gördük.. Ben daha önce bir kaç kez gitmiştim Kapadokya'ya ama hiç Ürgüp'de kalmamıştım, gecesi de canlı, keyifli bir yerdi.. Akşam Kapadokya şarabı ile daha da güzel oldu :)
Bunlar bebek peribacaları.. bizden sonraki nesiller için :)
Avanos'ta çömlek atölyesinin satış reyonu
 Paşabağ Vadisi
Kucağımda uykuya dalan iki minnoş :) ohh ne çok mıncıkladım onları..
 
1400 yılında yapılmış Merkez Yahya Efendi Camii, Ürgüp 
Öğretmenevi, 1908 yılında başlanan inşaat 1911'de tamamlanmış.. Odamız ikinci kattaydı.