30 Ocak 2010 Cumartesi

Dün Akşam.. :)) Bekarlığa Veda..


Bu seferki "dün akşam" çooook eğlenceli ve anlatılacak çok şey var aslında :))) Daha önce kız isteme, nişan gibi aşamaları yazmıştım sevgili Pınar ve Barış'la ilgili, dün akşam da kına gecesi ve bekarlığa veda partisi organizasyonları vardı ve ben, bekarlığa veda kısmını renklendirmeye çalıştım biraz.. Kına gecesi evde, bekarlığa veda ise Meandros'taydı.. Ben anlatmayayım, fotoğraflar anlatsın en iyisi..

Önce partiye hazırlık :)

O bir prenses, tabii ki tacı olacak!!

Eee peki biz??

Taç ve tokalar tamam! Başka??

T-shirtler de tamaaaaam! Başka??

Bulunabilen tematik rozetler de tamam! Başka??

Anı defteri, tekrar düşünmesi için uyarılar da  hazırlandı.. Veee 29.01.2010 gecesi :)

Kına

Biz, ikimiz :)

Sirtaki öğrenirken..

Şişşşt susun, gelin konuşacak :)

Yavaş yavaş yazmaya başlamış ;)

Pastadan bir yakışıklı çıkmadı ama.. Son kaçamak da düşünülmüştü :))

Ağlatmaya çalıştık ama bizim gelin sürekli gülüyordu :))

Çok sevdim bu fotoğrafı :))


Gelin ve Bride's Crew :)

Damadı bir kontrol etmek lazım :)))

Sağlığına.. Mutluluğuna..

Hep böyle gülmen dileğiyle..

Seni ÇOOOOOK Seviyorum :))

29 Ocak 2010 Cuma

Dün Akşam

Penceremden görünen :)

28 Ocak 2010 Perşembe

DESTEKLİYORUM...

Kökler.. Dostlar..


Daha önceki yazımda yarım kan Trakyalı olduğumdan bahsetmiştim.. şimdi de diğer yarımdan bahsetmek istiyorum.. Yarım kan Sivas'lıyım.. Hiç görmedim ama sanırım babamın köklerini koruma çabasından olacak; nüfusa kayıtlı olduğum yer Sivas'tır.. Hiç hatırlamak istemeyeceğimiz olaylarla kafamıza kazınmış olsa da ben çok merak ediyorum orayı ve bir gün babamla bir yolculuk yapmayı çok istiyorum.. Onun büyüdüğü yerleri görmek istiyorum, tıpkı annemin büyükannesinin geldiği ve şimdi Yunanistan sınırlarında olan Sofulu'yu görmek istediğim gibi.. Bir çeşit köklere yolculuk işte :)

Yıllar önce bir kongre için Atina'ya gitmiştim, bir konuşmanın başlamasını beklerken yanımda Dokuz Eylül Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan bir arkadaşımla, memleket sohbeti yapıyorduk.. İkimizin de bir tarafı Sivas'lı idi.. Biz konuşurken diğer tarafımda oturan yaşlıca, Amerikalı bir bayan psikolog eğildi bana doğru ve "Türkiye'deki Sivas'tan mı bahsediyorsunuz?" dedi, şaşırarak "evet" dedik.. Hemen yaka kartını gösterdi, soyadı Sivaslian'dı.. Malum yıllarda, babası Sivas'tan yola çıkıp, uzuuuun bir yolculuğun ardından Amerika'ya gitmiş.. Babasını kaybettikten sonra kardeşi ile Sivas'a gelip eskiden ailesine ait olan yerleri ziyaret etmişler.. İzlerini bulmaya çalışmışlar..

Sonra yine Amerika'da tanıştığım bir Türk hanım vardı, ilk eşinden gördüğü şiddet nedeni ile boşanıp, küçücük oğlunu da alıp Amerika'ya gitmiş çalışmak için ve orada bir Rum ile tanışmış.. John ile.. Evlenmişler.. Oğlunun adı Can'dı, evde küçük Can, büyük John muhabbeti yapılırdı :) Neyse mutlu bir evliliği ve çocuğuna gerçek bir baba olmuş bir eşi vardı, ben onu tanıdığımda... John'ın ailesi de yine malum yıllarda Kayseri'den çıkıp taaaaaa Amerika'ya gitmiş ve dedesi ölene kadar hep Rumca'nın yanı sıra Türkçe de konuşabileceği dostlar aramış kendine Amerika'da..

Çok duygulanmış, çok hüzünlenmiştim bu iki hikayeyi de dinlerken.. Oysa hepimizin yurdu olabilecek, ne güzel topraklarda yaşıyoruz.. Zengin bir birliktelik yaratabilme şansı varken, bu bizim en güçlü yanımız olabilecekken, tüm o yaşananlar nasıl dünyanın her yerine fırlatmış bu insanları.. Tanıdığım bu insanlar Türkiye'yi ve insanlarını sevmeye devam ediyorlardı.. Bu denli zengin bir kültürel geçmişi olan topraklarda doğmuş olmaktan çok mutluyum ama bu toprakların hepimizin olduğunu düşünüyorum.. Artık her yere barış gelsin ve bir daha hiç gitmesin istiyorum..

21 Ocak 2010 Perşembe

Trakyalılar ve "H" Harfi

Zeynep'in blogunda okuyunca aklıma geldi.. hemen yazmak istedim.. Öncelikle Zeynep, benim kardeşimin arkadaşı.. Daha birbirimizi canlı olarak görmüş değiliz, ama telefonda konuşmuşluğumuz var; seslerimizi tanırız, sonra resimlerimizi görmüşlüğümüz var.. Yani biliyoruz birbirimizi.. Bloglarımızı takip ediyoruz, çok şey öğreniyorum ondan.. bir de ben Zeynep'i gerçekten çok seviyorum; içim ısınıyor, kanım kaynıyor ona.. Sanırım kan çekiyor azıcık da.. Zeynep de benim gibi yarım kan Trakyalı.. belki de bundan :)) Neyse bugün yazmış, Trakyalıların, sözcüklerin başındaki "H" harfini atladığını, harften tasarruf ettiğini..

Ama ne yapsınlar canım! serde Avrupalılık var :)) İspanyolca'da da baştaki "H" okunmaz.. Mesela hola (merhaba), "ola" diye okunur.. Hasta la vista (görüşürüz), "asta la vista" diye okunur.. Azıcık İspanyolca dersi almıştım da oradan biliyorum :)) Beginner seviyesinde kaldı.. hala sadece selamlaşabiliyorum..

Zeynep bahsetmiş; Haluk isimli bir arkadaşının sünnetinde, hediye gelen 10 altın harfin 8'i "A" harfi imiş :))))

Ben de hatırladım.. ilkokul 5. sınıftayken bir aşk mektubu almıştım.. isimsiz bir mektup.. çantama bırakılmış.. Dörde katlanmış bir kağıt.. Açıyorsuuuuuuuuun.. Kocaman harflerle "AYATIM" yazıyor... hemen anlamıştım kim olduğunu :)))  Sınıfta; Trakyalı, sarışın, mavi gözlü sadece bir çocuk vardı  :))

11 Ocak 2010 Pazartesi

"Yağmur" diye bir şarkı

Ben bu şarkıyı dinlerken çok eğleniyorum, çok gülüyorum sözlerine :)))


Kullanmadığım Eşyalara Yeni Sahipler Ararken..

Bir süredir evde dolaplarımı düzenleyip giymediğim ama hala kullanılır durumda olan eşyalarımı ihtiyacı olan kişilere ulaştırayım istiyorum. Ama bu tip ikinci el giysi bağışı yapabileceğim bir yer bulamamıştım, pek çok dernek ya da vakıf belki haklı olarak kullanılmış giysi bağışı kabul etmiyor.. hatta geçen sene taşındığımda artık kullanmadığım pek çok şeyi poşetleyip kolilerin içinde çöpün yanına koymuştum, içim sızlayarak.. Çünkü sadece eskidiği için değil sıkıldığım ya da severek alıp sonra hoşlanmadığım için evin dışına çıkardığım şeyler de vardı kolilerin içinde..

Bugün, bu nedenle nette şöyle biraz dolandım, bu sırada bir sürü şey de öğrendim; her yıl çöpe atılan giysi miktarı kişi başına ortalama 40 kg imiş ve daha fazlası satın alınıyormuş yani hepimizin evinde bir süre sonra sığamama sorunu olacak, en kötüsü de bu giysilerin üretimi sırasında kullanılan kimyasallar ve çevreye verilen zarar, bir alışveriş bağımlısı olarak tekrar tekrar düşünmeliyim.. İngiltere, Almanya gibi ülkelerde giysiler, belediye tarafından sokaklara konulan konteynerlerle toplanıp, temizlenip ihtiyacı olanlara ulaştırılıyormuş. Hatta sınıflamayı da yine onlar yapıyorlarmış, kullanılmaz durumdaki giysiler de küçük parçalara ayrılıp mobilyacılık gibi sektörlerde kullanılıyormuş. Kendi vatandaşlarına verildikten sonra artan giysileri de belli aralıklarla diğer ülkelerdeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlarmış..

Aklıma geldi; İtalya'da Reggio Emilia adında küçük bir kent var, burası okul öncesi eğitimde kentin adı ile anılan eğitim yaklaşımının da doğduğu yer, yıllar önce bir arkadaşım bu kente gidip, yapılan bir atölye çalışmasına katılmıştı, döndüğünde çektiği fotoğrafları ve gözlemlerini bizimle paylaşmıştı. O fotoğraflardan biri çok hoşuma gitmişti; belediye tarafından kurulmuş bir depoda çocukların eğitim malzemesi olarak kullanabilecekleri pek çok atık ya da eski eşya sınıflanıp saklanmıştı. Hem kentte yaşayan tüm yetişkinlerin, çocukların eğitim sorumluluğunu üstlenişine hem de herhangi bir nesnenin tekrar tekrar kullanımına çok güzel bir örnek oluşturduğu için hayranlık duymuştum bu yapılana..

Biz de okuldaki drama köşelerimiz ve yaptığımız bazı etkinlikler için ailelerden bu tip malzemeler istiyoruz.. Çocukların, birşeylerin çöp olmadan önce farklı biçimlerde değerlendirilebileceğini öğrenmeleri hoşuma gidiyor. Gerçi bazen anne-babalardan "onlar bizim etkinlik malzememiz olur" diye bize hiç birşeyi attırmıyor diye şikayetler aldığımız oluyor ama çocukların bir malzemeyi tekrar tekrar kullanması çok hoşuma gidiyor.

Konuyu dağıttım.. Neyse.. Bu sırada üç internet sitesine ulaştım.. daha önceden haberdar değildim, şimdi bizim okul-aile birliği ile birlikte birşeyler yapabilir miyiz diye düşünüyorum. Sizlere de linklerini vereyim istedim.. Belki ulaşabileceğiniz, ulaştırabileceğiniz birileri olur...



8 Ocak 2010 Cuma

The World is Big and Salvation Lurks Around The Corner

İzlerken çok keyiflendiğim, bazı kareleriyle Balkan yanıma seslenen güzel bir yol filmi.. "The World is Big and Salvation Lurks Around the Corner" ya da "Dünya Büyük ve Kurtuluş Köşeyi Dönünce". Yol filmlerini severim; yolları da severim, yolculukları da.. Bu filmde yollar tandemle aşılıyor, tandemi de çok severim.. Büyükada'da binmişliğim vardır çokça, Ankara'da da Bahçeli-ODTÜ arasında bir kez :) Balkan müzikleri, kahve kültürü, bir Balkan köyü (anneminkine çok benzemese de yine de hatırlattı bana oraları ve oralıları), tavla.. Belki hepsi çok yakın geldi.. Sıcacık, çok yalın bir anlatım.. Güzel bir hikaye.. Ben sevdim..

Arka kapaktan:
Kader, kendi elimizde tuttuğumuz zar.. ve hayat, şans ile beceri arasında bir oyundur aslında..!