9 Kasım 2011 Çarşamba

Gecenin Filmi: Paper Heart

Edirne'den döndüm... Dayım ve damadı muhteşem şaraplar yapmışlar.. Orada içtik.. Damat biz şarapları beğendikçe, yeni bir fıçıdan başka bir tat daha getirdi.. o kadar şarap tadınca, bir süre sonra da kıkırdamaya başladık tabii.. değişik fıçıların, değişik duruluktaki şaraplarını tattık.. Yengem sağolsun beğendiğimiz kırmızıdan, bir de orada tadına bakamadığımız rozeden şişelere doldurup verdi.. getirdiklerimiz, bizim kadar şarap seven üç eve ancak tadımlık oldu ama olsun :) ev şarabına bayılıyorum, üzümün aroması daha çok hissediliyor.. sonuçta içinde hiç bir katkı maddesi yok.. sadece fermente olmuş üzüm.. bu seferki biraz şekerli olmuş.. merlot.. çok çok çok başarılı.. sanırım yakında bağ ve şarap işine daha fazla eğilecekler.. keşke yapsalar.. Bu arada evde karaf olmayınca, uyduruk bir sürahide ayıp ettim şaraba ama neyse.. arkadaki şişeyi de çok seviyorum, o da Moldova'dan gelmişti.. Güzel şaraptı..

Getirdiğimiz ev şarabını yudumlayarak daha önce indirdiğim filmlerden izleyeyim dedim.. Bu akşamki film Paper Heart idi.. Biraz yol filmi denebilir, daha çok aşk üzerine dokümanter bir film.. Charlyne Yi, "aşk nedir?" sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor, müzisyelerden, yazarlara, biyologlardan, çocuklara pek çok kişiden görüşlerini alıp, hikayelerini dinliyor.. bu arada Michael Cera ile yaşadığı ilişki de hikayenin içine giriyor.. ayrıca imdb'deki nota göre Charlyne Yi ve Michael Cera, film gösterime girmeden, üç yıllık ilişkilerini bitirmişler.. Öyleyse "Aşk nedir?", "(yenisinin başlayabilmesi için) biten birşeydir".. O zaman üzülmeye gerek yok :)

Peki, sizce aşk nedir?


Zaman.. Yerler..

Zaman artık daha hızlı geçiyor, yaşlanma belirtisi :) 2011'e daha yeni  girmiştik.. Bu koca yılın 10 ayı geride kalmış bile.. Sıradan oyalanmalara, bir kaç seyahatin dahil olduğu bir yıl..

Komik bir rastlantı oldu.. Bu cümleyi yazdıktan sonra, elimde kumanda gezerken "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" varmış TV'de, ona bakakaldım.. herkes sürekli ağlıyor bu dizilerde, içim şişiyor.. Neyse benim takıldığım bölümde Ali Kaptan'ın ardından, Cemile merdivenlere oturmuş ağlıyordu.. Kameraya Osman takıldı ve aklımda kaldığı kadarıyla dedi ki:

           "hiç bir insan, hep aynı insan değildir..
            bir şey yapar, değişir..
            biri bir şey yapar, değişir..
            bir hayatın içine, birkaç hayat sığdırır..
            sonra dönüp sorar.. bu ben miyim? bu benim hayatım mı?
            cevabı açıktır: evet, bu sensin ve bu senin hayatın..."

Böyle zamanlarda içses-dışses karışıyor... Gerçekten de hayat hep öyle oluyor.. tasarlamıyorsun, aklına bile gelmiyor ama bazen bir söz, bir karşılaşma, bir duygu, bir sezgi ya da herhangi başka birşey insanın hayatını, almakta olduğu yolu bir anda değiştiriveriyor ve yeni kararlar, yeni yaşamlar başlıyor sonra.. ama hepsi de yine o kişinin yaşamı olmaya devam ediyor.. kesitler..
 
19 Mayıs'ta Trabzon'a gitmiştik.. O seyahat sonrasında çok sevdiğim birinin hayatı bir sezgi, bir karşılaşmanın ardından, yavaş yavaş değişti.. bazen "offff yine mi, ama bu haksızlık" diyorsun.. ama her şeye rağmen yeniden yeniden yapılandıracak gücün oluyor.. başka şansın yok.. ve hepsi senin yaşamların oluyor.. bazen yorulmuş, tükenmiş hissetsen de yeniden yeniden kurmaya devam etmek güzel.. zenginlik..
 
Trabzon ve çevresinde dört gün geçirmiştik.. Novotel'de kaldık, havaalanına çok yakın, deniz kenarında, güzel ve yeni bir oteldi.. Havaalanından sonra yaptığımız ilk şey Çardak Pide Salonu'nda Trabzon pidesi yemek olmuştu, ardından Ayasofya'yı gördük.. Duvar süslemelerindeki renkler, canlı kalmayı başarmış.. Uzun yıllar ziyarete kapalı kalması, gün ışığından da korumuş süslemeleri..
 
Sonra da Sümela'ya gittik. Oldukça yüksekte, kayaların içindeki manastır büyüleyiciydi.. Hava bir yağıyor, bir açıyordu..  İnsan birden, kendini bir bulutun içinde buluyordu.. bulutla beraber sağanak bir duş ve hoooop ardından güneş.. bir ıslandık, bir kuruduk..
Akşamı Galanima isimli bir restoranda yemek yedik. Seçtiğimiz şarap tam sevdiğim gibiydi..
Ertesi gün Hıdırnebi Yaylası'nda yürüdük, ardından da soluğu mangalın başında aldık.. Yine bir ıslanıp, bir kuruyarak.. Bir buluta girip, bir güneşe çıkarak.. Üçüncü gün Ayder'e doğru yola koyulduk.. Yaylaya varmadan Fırtına Deresi'nin kenarında oturup suyun sesini ve havanın kokusunu duyduk.. Çamlıhemşin'i geride bırakıp güzel ama zorlu bir yürüyüş parkurunda yürüdük.. Doğa çok etkileyiciydi, uzuuuuuuuun bir şelalenin önünde parkur bitti, zorlu yolu geri döndük.. Yoldaki eğrelti otları bir insan boyunda idi.. Hepimiz sucuk gibi olduk. Ayder'e gidince ilk işimiz hemen üstümüzdeki ıslak giysilerden kurtulmak oldu..
Ayder, artık asfaltlanmış yolu, gidip gelen tur otobüsleri ve yayladaki çok katlı binaları ile doğal olmaktan uzaklaşsa da yemyeşil bir yer.. Ayder'deki yürüyüş sırasında "Backpackers Meeting Point" yazılı bir hostel gözüme çarpmıştı.. Mevsime ve onca yağışa rağmen çadır kampı kuran üniversiteli gençler de yayladaydı.. bolca ıslanıp, yemek yediğimiz dört günlük yolculuğun bitiminde huzur dolmuş ve yeşile doymuş olarak kalabalık şehrimize döndük..

7 Kasım 2011 Pazartesi

Aklıma Gelenler..

Dört gözle bekliyorum Behzat Ç.'nin yeni sezonunu.. Filmine gidemedim henüz.. adı bile canımı yakıyor.. "seni kalbime gömdüm".. bir de filmde hayal kırıklığı yaşarım korkum var galiba.. dizi çok güzel çünkü.. 13 Kasım için çok heyecanlanıyorum.. bu akşam televizyonda geçen sezonun kolajını seyrediyordum.. dizi güzel, güzel olmasına söylenecek söz yok bence.. oyuncular, oyunculuklar, senaryo herşey sarıyor beni.. ankara da öyle.. peki ama o, Pilli Bebek şarkıları.. sanki o şarkılar daha da bir sevdiriyor diziyi bana.. bir de G. ile Gölge Bar'a Pilli Bebek dinlemeye gidişlerimiz aklıma geliyor... İşte böylece kişiselleşiyor.. Siyah Beyaz en sevdiğimiz şarkıları idi, sene 1998 olmalı.. Aradan bir yıl geçti, önce G. ardından ben İstanbul'a yerleştik.. Bir gün İstiklal Caddesi'nde dolanırken çalarken duydum, albüm yaptıklarından haberim bile yoktu.. Uyandırmadan albümünü böylece aldım.. Öyle işte ben Ankara'dayken İstanbul'dan kopamadım hiç, İstanbul'dayken de Ankara'dan.. Hep bir yanım Ankaralı, bir yanım İstanbullu.. O albümü görünce evi Gölge Bar'a çevirme arzumdan hemen almıştım hem G.'ye, hem kendime..

Yıllardır dinlemiyordum, sonra Behzat Ç. ile tekrar dinlemeye başladım.. Güzel müzik.. Bence G. de diziyi izliyor ve Pilli Bebek şarkılarında o günleri hatırlıyor.. Böyle düşünmek güzel :) Ankara'yı özledim mi ne?????

"Geceyi uyutan gündüz yüzlü kız..
Yıldızlar dürttü, seni andım.."


Offf hızımı alamadım..

"...Olsun demek de zor artık
Çocuk düşlerimiz yok artık..."

Bu arada herkese mutlu bayramlar..

2 Kasım 2011 Çarşamba

Severim kedileri ben..


Bizim okulun bahçesini ev edinmiş, mecburen bizim de evlat edindiğimiz bir kedimiz var.. Artık aşılarını falan yaptırıyoruz.. Nüfus cüzdanı bile çıkardık kendisine, Salem.. Bazen veliler Sanem anlıyor, çok gülüyorum.. Neyse bizimki çok şaşkın bişey.. Kapıda görmesin birini hemen yere yatıp göbeğini açar, bacaklarına sürtünür falan, bi de benim penceremde tam da böyle uyur.. Hatta veteriner, sokakta yaşamasına rağmen ev kedilerinden daha uysal demişti... Eee bir sürü küçük çocukla beraber yaşarsan böyle olur, hepimiz gibi o da uysallaştı.. yok sinir minir bizde, kedimizde bile yok..

Geçen gün burnu tıkalıydı, hapşırdı, aksırdı falan.. bir ara burnundan nefes aldığında balon şişiyordu.. O kadar komikti ki anlatamam.. tam "hadi veterinere" dediğimiz sırada kendiliğinden iyileşti.. Bir de komik, ne zaman veterinere götürmeye niyet etsek ortadan günlerce kayboluyor.. Galiba hissediyor.. Öyle işte.. çok severim kedileri ben.. Evde niye yok? Çünkü tembelim, plansızım.. Öyle, canım ne isterse yapayım istiyorum.. ama evde ben dışında bir başka canlı daha olduğunda işler değişir.. gerçi bazen değişse güzel olur diyorum.. neyse bu seferki Geştalt ödevi "sadakatsizlik" ben ona döneyim.. Fazlası ile gecikti bile..