13 Nisan 2012 Cuma

Sevgili Anneannemin Anısına...

Yine Gestalt ödevimi yapıyorum.. Bir hafta sonra da sınav var.. 4. sınıfa geçebilirsem, 2013 haziranında cevval bir psikoterapist olmaya adayım :)

Ödev yaparken aklıma bir sürü şey geliyor.. Tüm bunlar biraz da kaytarma gerekçelerim ama neyse ki yine de uykusuz geceler ardından da olsa bitiyor ödevlerim... Geçen yıl sınav sonrası yapılan değerlendirmede hocalarım; empati düzeyimin oldukça yüksek olduğunu, bu nedenle Gestalt terapisti olmaya yatkın olduğumu söylemişlerdi..

Ödevden kaytarma yollarımdan biri youtube'da video izlemek.. Bu akşam videolara bakarken Neşet Ertaş tarafından seslendirilen Karacaoğlan'a ait "Bir Ayrılık, Bir Yoksuzluk, Bir Ölüm" adlı türkü beni birden çocukluğuma, ilk gençliğime götürdü...

2009 Ekim'inde kaybettiğim anneannem, tek bir dizesi benzerlik gösterse de Neşet Ertaş tarafından seslendirilen türküden tümüyle  farklı, melodisi daha çok bir ilahiyi andıran bir türkü söylerdi, tarlada tek başına çapa yaparken... Acısı üstüne yapışmasın diye sürekli hareket edenlerdendi... Sonradan felç geçirmesi, işte bu yüzden de, yaşadığı büyük haksızlıklardan biriydi bence...

Anneannemin söylediği türkü, onun toprakla dertleşmesi; kendi yüreğini yakan acısını, evladını kucaklamış toprağa akıtması gibi gelirdi bana... Hatırladığım sözleri şöyle idi:

"Şu dünyada üç şeyden de korkarım
Biri yokluk, bir ayrılık, güç ölüm
Üçünden de gönülcüğüm hoş değil
Kul başına verilecek iş değil"

Evladını kaybeden bir annenin acısı ne büyüktür! Onunki de o kadar büyüktü ki, ve biz o kadar çaresiz, o acının karşısında o kadar küçüktük ki! O da elinde çapasıyla, onca yaşına rağmen güneşin altında toprağa söylerdi acısını, arada çapayı bacağına dayar, tülbentinin ucu ile gözyaşlarını siler, yine devam ederdi... Bugün o sahneleri hatırladım birden...

Anneannem çok da istemediği kadar uzun yaşadı, bir evladını 30'lu yaşlarında, diğerini 40'larında kaybetti. Sonra annemin ağır hastalığını gördü... O zaman çok korkuyordu; annemin de acısını görmekten.. Hayıflanarak "ölmeyeceğim ben, daha kimbilir ne kadar yaşayacağım" derdi... Çok şükür annem bizimle :) ama kokusunu özlediğim anneannem artık 60 yıldan fazla yoldaşlık ettiği dedemin, 38 yaşındayken kaybettiğimiz teyzemin, 47 yaşındayken ansızın giden dayımın ve diğer sevdiklerinin yanında... Umarım hepsi ışıklar içindedir... Her birini ayrı ayrı anımsayıp, özlüyorum... Ruhları şad olsun!!!

Sonra düşündüm; çocukken ne çok acıya tanıklık ediyor, onları kendince yorumluyor insan; terkedilmeler, amansız hastalıklar, genç ölümler, geride kalan küçücük çocuklar, acı çeken yetişkinler... Sanırım ben çocukken, çevremdeki tüm bu acıları anlamaya çalıştım... Psikolojik danışmanlık okumamın tümüyle tesadüf olmadığını düşünüyorum. Büyük ihtimalle geçen yıl hocalarımın övdüğü empati kapasitem, aslında kaynağını çevremdeki acılardan alıyor...

Umarım gerçekten iyi bir Geştalt Terapisti olup, danışanlarımın acılarına dokunabilir, onlara temas edebilirim... Çok istiyorum insanlar için iyi şeyler yapmayı, acılara eşlik edip birazcık azaltabilmeyi... Bu yüzden şimdi ödevime dönüp bir Borderline olgusu yazsam iyi olacak sanırım :)

5 yorum:

  1. ne güzel yorumlamışın bu özelliğini..gerçektende acılar geride kalanların boynuna asılıyor tüm yaşam boyunca. TÜM ölmüşlerimize rahmet diliyorum..

    YanıtlaSil
  2. Benim anneannem çok sert ama çok da esprilibir kadındı.İki özelliğin bir arada bulunması çok garip görünebilir ama zaten kendi ailesine ait olmayan herkese karşı garip bir kadındı:)Mahallenin delisi , kabadayısı bile onu görünce ödü patlardı, fabrika çalışanları patroniçe derdi.Bu kadının içinde Sarıkamışta kaybolan baba acısı,ve geride kalan ailesinin tüm fertlerini de bir gece baskınında eşkiyaya kurban vermek acısı vardı. Sanırım onu sertleştiren ailesine aşırı korumacı davrandıran ,sürekli su uyur düşman uyumaz dedirten de bu acıydı.Çok doğru acılar boynumuzda kolye gibi...

    Borderline çok ilgimi çeker bir gün bu konuda konuşmak isterim.Bana kalsa tüm topluma bu teşhisi koyabilirim hatta:))

    YanıtlaSil
  3. canım,

    cok güzel yazmışsın. annanen gözümün önüne geldi.söylediği türkü, yaşadiklari içimi sızlattı. ve acısı yapışmasın diye hareket etmek cok carpici.

    sevgiler
    beyhan

    YanıtlaSil
  4. Ne dokunaklı bir yazı olmuş. Çok acılar yaşamış anneannen hakikaten.Çocuğunu kaybetmek ne zor.
    Yazını okurken ben de 80 yaşındaki anneannemi düşündüm. 1930lardan şu zamana kadar yaşamak bile başlıbaşına ne ilginç bir şey, neler neler görmüştür insan.

    Borderline olgusunu ben de psikoloji eğitimi alan bir tanıdığımdan öğreniyorum. Uzun uzun anlatıyor bana da. Bence çok ilgi çekici konular. Çok kolay gelsin sana;)

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Buket çok teşekkürler, ben de tümüne rahmet diliyorum.. Boynumuza asılan acılar sayesinde birbirimize pansuman yapıyoruz galiba :) insan neyin acıttığını, nasıl acıttığını ve sonrasında neyin iyi geldiğini, nasıl iyileştiğini kendinden biliyor sanırım..

    Acı yapışmasın diye sanırım hepimizin başka taktikleri var.. Yoksa bizi çok hareketsiz bırakır :)Anneannenize yüreğim ısınıverdi Lale Hanım :)

    Beyhancım, ben de hatırladıkça çok üzülüyorum :( Öyle sevgi dolu, maviş gözlü, bembeyaz saçlı, gökyüzündeki yıldızlardan masal uyduran, sevildiğimi hissettiren biri çocukluk anılarımda..

    Belki de borderline öyküsü bu kadar hüzünlendirdi beni de ben bu kadar hüzünlü şeyleri hatırldım Alkım.. Sevilme ve şefkat ihtiyaçları, terkedilme korkuları yüreğimi burktu...

    YanıtlaSil