9 Kasım 2011 Çarşamba

Zaman.. Yerler..

Zaman artık daha hızlı geçiyor, yaşlanma belirtisi :) 2011'e daha yeni  girmiştik.. Bu koca yılın 10 ayı geride kalmış bile.. Sıradan oyalanmalara, bir kaç seyahatin dahil olduğu bir yıl..

Komik bir rastlantı oldu.. Bu cümleyi yazdıktan sonra, elimde kumanda gezerken "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" varmış TV'de, ona bakakaldım.. herkes sürekli ağlıyor bu dizilerde, içim şişiyor.. Neyse benim takıldığım bölümde Ali Kaptan'ın ardından, Cemile merdivenlere oturmuş ağlıyordu.. Kameraya Osman takıldı ve aklımda kaldığı kadarıyla dedi ki:

           "hiç bir insan, hep aynı insan değildir..
            bir şey yapar, değişir..
            biri bir şey yapar, değişir..
            bir hayatın içine, birkaç hayat sığdırır..
            sonra dönüp sorar.. bu ben miyim? bu benim hayatım mı?
            cevabı açıktır: evet, bu sensin ve bu senin hayatın..."

Böyle zamanlarda içses-dışses karışıyor... Gerçekten de hayat hep öyle oluyor.. tasarlamıyorsun, aklına bile gelmiyor ama bazen bir söz, bir karşılaşma, bir duygu, bir sezgi ya da herhangi başka birşey insanın hayatını, almakta olduğu yolu bir anda değiştiriveriyor ve yeni kararlar, yeni yaşamlar başlıyor sonra.. ama hepsi de yine o kişinin yaşamı olmaya devam ediyor.. kesitler..
 
19 Mayıs'ta Trabzon'a gitmiştik.. O seyahat sonrasında çok sevdiğim birinin hayatı bir sezgi, bir karşılaşmanın ardından, yavaş yavaş değişti.. bazen "offff yine mi, ama bu haksızlık" diyorsun.. ama her şeye rağmen yeniden yeniden yapılandıracak gücün oluyor.. başka şansın yok.. ve hepsi senin yaşamların oluyor.. bazen yorulmuş, tükenmiş hissetsen de yeniden yeniden kurmaya devam etmek güzel.. zenginlik..
 
Trabzon ve çevresinde dört gün geçirmiştik.. Novotel'de kaldık, havaalanına çok yakın, deniz kenarında, güzel ve yeni bir oteldi.. Havaalanından sonra yaptığımız ilk şey Çardak Pide Salonu'nda Trabzon pidesi yemek olmuştu, ardından Ayasofya'yı gördük.. Duvar süslemelerindeki renkler, canlı kalmayı başarmış.. Uzun yıllar ziyarete kapalı kalması, gün ışığından da korumuş süslemeleri..
 
Sonra da Sümela'ya gittik. Oldukça yüksekte, kayaların içindeki manastır büyüleyiciydi.. Hava bir yağıyor, bir açıyordu..  İnsan birden, kendini bir bulutun içinde buluyordu.. bulutla beraber sağanak bir duş ve hoooop ardından güneş.. bir ıslandık, bir kuruduk..
Akşamı Galanima isimli bir restoranda yemek yedik. Seçtiğimiz şarap tam sevdiğim gibiydi..
Ertesi gün Hıdırnebi Yaylası'nda yürüdük, ardından da soluğu mangalın başında aldık.. Yine bir ıslanıp, bir kuruyarak.. Bir buluta girip, bir güneşe çıkarak.. Üçüncü gün Ayder'e doğru yola koyulduk.. Yaylaya varmadan Fırtına Deresi'nin kenarında oturup suyun sesini ve havanın kokusunu duyduk.. Çamlıhemşin'i geride bırakıp güzel ama zorlu bir yürüyüş parkurunda yürüdük.. Doğa çok etkileyiciydi, uzuuuuuuuun bir şelalenin önünde parkur bitti, zorlu yolu geri döndük.. Yoldaki eğrelti otları bir insan boyunda idi.. Hepimiz sucuk gibi olduk. Ayder'e gidince ilk işimiz hemen üstümüzdeki ıslak giysilerden kurtulmak oldu..
Ayder, artık asfaltlanmış yolu, gidip gelen tur otobüsleri ve yayladaki çok katlı binaları ile doğal olmaktan uzaklaşsa da yemyeşil bir yer.. Ayder'deki yürüyüş sırasında "Backpackers Meeting Point" yazılı bir hostel gözüme çarpmıştı.. Mevsime ve onca yağışa rağmen çadır kampı kuran üniversiteli gençler de yayladaydı.. bolca ıslanıp, yemek yediğimiz dört günlük yolculuğun bitiminde huzur dolmuş ve yeşile doymuş olarak kalabalık şehrimize döndük..

2 yorum:

  1. anaaaaaaaaaaaaa süper. ben de bu şarabın adını hatırlamaya çalışıyordum. ne kadar güzeldi değil mi? tam benlik.

    YanıtlaSil
  2. bu çok güzeldi.. ama bu arada bana bir Alman arkadaşım şarap getirdi.. o da çok güzeldi.. haberin olsun :))

    YanıtlaSil